Ey oğul! Bağı çöz, azat ol. Ne zamana kadar gümüş, altın esiri olacaksın?
Denizi bir testiye dökersen ne alır? Bir günün kısmetini…
Harislerin göz testisi dolmadı. Sedef, kanaatkâr olduğundan inci ile doldu.
Bir aşk yüzünden elbisesi yırtılan, hırstan, ayıptan adamakıllı temizlendi.
Diğer emîrler de bir bir katar olup (birbirlerinin ardınca dâvaya kalkışıp keskin kılıçlar çektiler.)
Her birinin elinde bir kılıç ve bir tomar vardı; sarhoş filler gibi birbirlerine düştüler.
Yüz binlerce Hıristiyan öldü, bu suretle kesik başlardan tepe oldu.
Sağdan, soldan sel gibi kanlar aktı. Havaya, dağlarcasına tozlar kalktı.
Fakat iki parmağını iki gözünün üstüne koy: bir şey görebilir misin? İnsaf et!
Sen görmesen de dünya yok değildir. Kusur, ancak şom, nefsin parmağında.
Kendine gel! Gözünden parmağını kaldır da ne istiyorsan gör.
Nûh’un ümmeti, Nûh’a “Nerede sevap?” dediler. Nûh “duymamak, görmemek için elbisenize büründüğünüz cihette.
Bu âlemle bu âlemin yolu meydanda olsaydı dünyada pek az kimse, ancak bir lâhzacık kalırdı.
İhtiyar çalgıcıya “Burada kalmaya tamah etme, mademki ayağından diken çıkmıştır, haydi git” diye emir gelmekte.
Canı ise orada, Tanrı’nın rahmet ve ihsanı meydanında “Durakla, bekle” demekteydi.
Hâtif’in ruyada Ömer’e “Beytülmalden şu kadar mal al, mezarlıkta yatan o adama ver“ demesi
Dünyaya âşık olan kişi, üstüne güneş vurmuş bir duvara âşık olur. Bu parlaklığın, bu ziyanın duvardan olmayıp güneşten olduğunu anlamak için hiç zihnini yormamış ve gönlünü tamamıyla duvara vermiş olan kişiye benzer; güneşin ziyası, güneşe kavuşunca ebediyen mahrum kalır. Ve hîle heynehüm ve beyne mâ yeştehûn.
Zeyd: “Mümin bir kul olarak” deyince “İman bağın yeşermiş, çiçekler açmışsa nişanesi nerede?” dedi. Zeyd dedi ki: “Gündüzleri susuz geçirdim, geceleri aşktan, yanıp yakılmadan uyumadım.