Erişim Kolaylığı Araçları

Mevlana Mesnevi 2. Cilt

Büyük Mutasavvıf Mevlana'nın Mesnevisinin 2. Cildini buradan online okuyun.

1 - 700 Beyitler

Sayfa başı

Bu ikinci cildin gecikmesinde bazı hikmetler vardır. İşin faydalarına dair Tanrı hikmetleri, kula tamamiyle malûm olsa kul, o işi yapamaz, âciz kalır. Tanrının sonsuz hikmetleri idrakini yıkar, harabeder. Kul o işe koyulmaz. Ulu Tanrı, o sonsuz hikmetlerden pek az bir miktarını, kula yular yapar, onu o işe çeker. O işin faydasından hiç haber vermese kul hiç harekete gelmez. Çünkü hareket, insanların faydası içindir ve biz o yüzden işe koyuluruz. O işin hikmetini tamamiyle bildirse kul yine harekete gelemez. Nitekim devenin yuları olmasa yürümez. Fakat yular ağır ve büyük olsa yine gidemez,çöküverir. ”Hiçbir şey yoktur ki hazineleri bizde olmasın. Fakat onu ancak mâlum bir miktarda indiririz. ”Toprak susuz kerpiç olmaz. Fakat “Tanrı gökyüzünü yüceltti,ölçülü yaptı. ”Her şeyi de ölçülü verir; sayısız, ölçüsüz değil. Ancak halk ve beşeriyet âleminden geçen kişiler, ”Tanrı,dilediğini sayısız bir surette rızıklandırır” hükmüne mazhar olanlar ve tatmayan bilmez sırrına erenler, bundan müstesnadır.

Birisi “Âşıklık nedir? Diye sordu.
Dedim ki: Benim gibi olursan bilirsin.
Aşk, sayıya sığmaz, ölçüye gelmez sevgidir.
Bundan dolayı, hakikatte Hak sıfatıdır, kula nispet edilmesi mecazidir demişlerdir. ”Tanrı onları sever” sözü nerede kaldı?
Tanrı Peygamberine daimî ve çok salât ü selâm olsun.

1. Bu Mesnevi bir müddet gecikti. Kanın süt olması için bir zaman lâzımdır.
Bahtın yeni bir çocuk doğurmadıkça kan, tatlı süt haline gelmez. Bunu güzelce duy.
Hak Ziyası Hüsamettin, göğün yücesinden tekrar dizgin çevirince yine Mesnevi’ye başlandı.
Hakikatler miracına gitmişti, o yüzden onun baharı olmadığı cihetle koncalar açılmamıştı.

5. Denizden tekrar kıyıya dönünce Mesnevi şiirinin çengi de düzeldi, çalınmaya başlandı.
Ruhların cilâsı olan Mesnevi’ye, yeniden recebin on beşinci günü başlandı.
Bu alışverişe başlayış tarihi, (Hicri) 662 tarihiydi.
Bir bülbül buradan uçup gitti, dönüp yine geri geldi. Bu manaları anlamak için doğanlaştı.
Bu doğanın konağı, padişahın kolu olsun; bu kapı, halka ebediyen açık kalsın.

10. Bu kapının afeti, heva ve şehvettir. Yoksa burada daima şerbetler içilir durur.
Bu ağzı kapa da o âlemi gör. O âleme gözbağı, boğaz ve ağızdır.
Ey ağız, sen esasen cehennemin bir alevisin! Ey cihan, sen zaten bir berzaha benzersin!
Baki nur, aşağılık dünyanın ardındadır. Saf süt, kan nehirlerinin ardındadır.
Oraya ihtiyarsız bir attın mı… sütün karışır, kan haline gelir.

15. Âdem peygamber, nefis zevkine bir adım attı, cennetin baş köşesinden ayrılma zinciri, boğazına geçti.
Melek, Şeytandan kaçar gibi ondan kaçmaya başladı. Bir lokma ekmek için ne kadar gözyaşı döktü.
Gerçi cüret ettiği suç bir kıl kadardı. Fakat o kıl iki gözde bitmişti.
Âdem, kadim nur’un gözüydü. Gözde kıl, büyük bir dağ kesilir.
Eğer Âdem, o hususta meşverette bulunsaydı pişman olup özürler serdetmezdi.

20. Çünkü bir akıl, başka bir akılla birleşti mi; kötü işe, kötü söze mani olur.
Fakat nefis, başka bir nefisle dost olursa cüzi akıl muattal olur, bir işe yaramaz.
Yalnızlıktan ümitsizliğe düşünce güneş gibi bir sevgilinin gölgesi altına gir.
Yürü, tez bir Tanrı dostu ara. Böyle yaptın mı, Tanrı, senin dostun olur.
Halvette oturup gözünü yuman da bunu yine dosttan öğrenmiştir.

25. Ağyardan halvet etmek gerek, yardan değil. Kürk, kışın işe yarar, baharın değil.
Akıl başka bir akılla birleşti mi nur artar, yol meydana çıkar.
Fakat nefis, bir başka nefisle sevinir, gülerse karanlık çoğalır, yol gizlenir.
Ey avcı, dost senin gözündür. Onu çerçöpten arı tut.
Sakın dil süpürgesiyle ona toz kondurma. Göze tozu toprağı hediye götürme.

30. Zira mümin, müminin aynası olunca yüzü buğulanmadan kurtulur.
Mahzunluk zamanında dost, can aynasıdır. Aynanın yüzünü nefesle buğulandırma.
Nefesinden buğulanıp yüzünü senden örtmemesi için her nefeste soluğunu tutman lâzım.
Topraktan aşağı mısın ki? Toprak bile sevgiliyi bulunca bir bahar yüzünden yüz binlerce çiçeğe kavuştu.
O yaş ağaç, sevgiliyle buluşunca hoş bir hava yüzünden baştan ayağa açıldı, donandı.

35. Fakat gözün aykırı bir dost görünce başını, yüzünü yorgana çekti.
“Kötü dostla ünsiyet, belâya bulaşmaktır. Madem ki o geldi, bana uyumak düşer.
Uyuyayım da Eshabı Kehf’ten olayım. O sıkıntıda o minnette mahpus kalmak, Dıkyanus’tan iyi” dedi.
Eshabı Kehf’in uyanıklığı, Dıkyanus’a kulluk etmekti. Fakat uykuları; şereflerini, haysiyetlerini korumuş oldu.
Bilgiyle uyumak uyanıklıktır. Vay bilgisizle oturan uyanık kişiye!

40. Kargalar, güz mevsimi otağlarını kurdular mı, bülbüller gizlenir ve susarlar.
Çünkü gül bahçesi olmayınca, bülbül sükût eder. Güneşin kayboluşu, uyanıklığı öldürür.
Ey güneş! Sen yeraltını aydınlatmak üzere bu gül bahçesini terk ediyorsun.
Fakat marifet güneşi, bir yerden bir yere gitmez, o güneş dolunmaz. Onun tanyeri akıl ve candan başka bir yer değildir.
Hele işi gücü; gündüz olsun gece olsun, âlemi aydınlatmak olan o cihanın kemal güneşi hiç kaybolmaz.

45. İskender’sen gün doğusuna gel. Ondan sonra nereye gidersen nurlusun, kuvvetlisin!
Ondan sonra nereye varsan orası doğu olur; doğrular senin batına âşık kesilir.
Senin yarasa duygun batıya doğru koşmakta, inciler saçan duygun da doğuya doğru akmakta.
Ey atlı! Duygu yolu, eşeklerin yoludur. Ey eşeklere karışan, utan!
Bu beş duygudan başka beş duygu daha vardır. O duygular kırmızı altın gibidir, bunlar bakır gibi.

50. Tanıyışta, anlayışta mahareti olanlar, o pazarda nasıl olur da bakır duyguyu altın duygu gibi alırlar?
Bedenlerin duygusu, zulmet gıdası yemekte, can duygusuysa bir güneşten çerezlenmekte.
Ey duygularını derleyip toplayarak gayp âlemine götüren! Musa gibi elini koynundan çıkar.
Ey sıfatları marifet güneşi olan! Bu âlem güneşi, bir sıfatla mukayyettir.
Halbuki sen gâh güneş olursun, gâh deniz. Gâh Kafdağı kesilirsin, gâh Anka.

55. Fakat hakikatte sen ne bu olursun, ne o. Ey vehimlerden uzak, ey ilerden ileri!
Ruh ilimle, akılla dosttur. Ruhun Arapça’yla, Türkçe’yle ne işi var?
Ey nakşı, sureti olmayan! Bunca nakışlar, bunca suretlerle, sana hem müşebbih hayran olmuştur, hem muvahhit!
Gâh müşebbihi muvahhit yapmakta, gâh suretler muvahhidin yolunu kesmekte.
Gâh sarhoşlukla sana Ebül Hasen der, gâh ey yaşı küçük, ey bedeni taze ve yumuşak güzel diye hitabeder.

60. Bazen de kendi suretini viran eder ve bunu, sevgiliyi tenzih etmek için yapar.
Duygu gözünün mezhebi, İtizaldir. Akıl gözüyse vuslata kavuşmuştur, Sünnî’dir.
İtizale uyan, duyguya kapılmıştır. Fakat sapıklıktan kendini Sünnî gösterir.
Duyguda kalan kişi, Mutezilî’dir. Sünnî’yim dese de cahillikten der.
Duygudan çıkan kişi Sünnî’dir. Gören göz, izi hoş akıl gözüdür.

65. Hayvan duygusu padişahı görseydi öküzle eşek de Tanrıyı görürdü.
Sende hayvan duygusundan başka, heva ve hevesten dışarı bir duygu olmasaydı.
Âdem oğulları; nasıl olurda mükerrem, nasıl olur da hayvanla müşterek duygu ile sırra mahrem olurlardı?
Sen suretten kurtulmadıkça Tanrıya surete sığmaz, yahut sığar demen, aslı olmayan bir sözden ibarettir.
Tasvire sığar, yahut sığmaz bahsi; tamamiyle iç olmuş, suretten kurtulmuş adamın harcıdır.

70. Eğer körsen köre teklif yoktur. Değilsen yürü, var; sabır kurtuluşun anahtarıdır.
Sabır ilâcı, gözlerin perdesini de yakar, göğüsleri gönülleri de yarıp açar.
Gönül aynası saf ve pak bir hale gelince sudan, topraktan hariç suretler görürsün.
Nakşı da müşahede edersin, nakkaşı da. Devlet yaygısını da, onu döşeyeni de.
Sevgilimin hayali bana Halil gibidir. Sureti put ama manası putları kırmakta.

75. Tanrı’ya şükür olsun ki o zahir olunca can, onun hayalinden, kendi hayalini gördü.
Kapısının toprağı, gönlümü teshir etti. Senin toprağına karşı ululananın toprak başına.!
Dedim ki; Eğer güzelsem bu güzelliği onun lûtfu olarak kabul ederim. Değilsem zaten çirkinlikler bile bana güler!
Çaresi şu: Kendime bakayım kendime çeki düzen vereyim. Bakalım, ona lâyık mıyım, değil miyim?
O güzeldir, güzelliği sever. Taze bir delikanlı, kart bir ihtiyarı nasıl seçer?

80. Temizler, kimlerindir? Temizlerin. Şu meydandadır: Güzel, güzeli sever, güzeli ister.
Şunu bil ki güzel, güzeli cezbeder. “Temizler,temizler içindir” âyetini oku!
Âlemde her şey, bir şey cezbeder. Sıcak sıcağı çeker , soğuk soğuğu.
Aslı olmayan, aslı olmayanları çekmektedir, bakiler de bakilerden sarhoş olmakta.
Cehennem ehli olanlar, cehennem ehli olanları cezbeder. Nura mensup olanlar, ancak nura mensup olanları ister.
Gözünü yumdun mu canın kopuyormuş gibi bir eleme, bir ıstıraba düşersin. Gözün, gündüzün nurundan ayrılmaya sabrı yoktur.

85. Gözünü yumdun mu tasalanır, gama, gussaya düşersin. Gözün nuru, gündüzün nurundan ayrılamaz.
Senin tasan, gam ve gussan; hemencecik gündüzün nuruna kavuşmak isteyen göz nurunun cazibesinden ileri gelir.
Gözün açıkken de tasalanırsan bil ki gönül gözünü yummuşsundur,onu aç!
Bil ki sıkıntı gönlünün iki gözü de kapalı olduğundandır. Gönül gözü kıyasa sığmaz bir ziya arayıp durmaktadır.
O iki ebedî nurun firkati, seni tasalandırmaktadır. Onu koru!

90. O madem ki beni çağırmakta, ben de kendime bakayım. Onun cazibesine lâyık mıyım, yoksa çirkin miyim?
Bir güzel, peşine bir çirkini takarsa onunla alay ediyor demektir.
Acaba yüzümü nasıl göreyim? Ne renkteyim ki, gündüz gibi miyim, gece gibi mi?
Diye can suretimi hayli zamandır arayıp duruyordum. Fakat suretim kimseden görünmüyordu.
Nihayet dedim ki, ayna neden icadedilmiş, ne güne yarar? Herkes nedir, kimdir, kendisini bilsin diye değil mi?

95. Demirden yapılma ayna suretler içindir. Can yüzünün aynasıysa çok pahalı, çok değerlidir.
Can aynası ancak sevgilinin yüzüdür. O sevgilinin yüzü ki, o diyardan.
Dedim ki: Ey gönül sen küllî bir ayna ara. Denize git, ırmaktan iş bitmez!
Kul, bu istek yüzünden civarına geldi. Meryem’i hurma fidanına derdi çekti.
Gönlüm, gözünü görünce o görmemiş göz yok oldu; gönlüm gözün ta kendisi kesildi.

100. Seni ebedî olarak küllî bir ayna gördüm. Gözünden kendi suretimi müşahede ettim.
Nihayet ben, beni buldum, iki gözünde aydın bir yol gördüm, dedim
Vehmin; kendine gel, o senin hayalindir. Kendini hayalinden ayırdet dedi.
Suretim gözünden seslendi: Birlikte ben senim, sen de bensin.
Hayal bu zevali olmayan aydın gözdeki hakikatlerden nasıl yol bulur da girer?

105. Suretini, benden başkasının gözlerinden görürsen onu hayal bil, onu reddet!
Çünkü benden başkası, gözüne yokluk sürmesi çekmekte hakikatte yok olan şeylerle gözünü sürmelemekte… Şarabı, Şeytanının tasvirinden tatmaktadır.
Onun gözü hayal ve yokluk evidir. Hulâsa o, yokları var görür.
Benim gözüme ululuk sahibi Tanrı’nın sürmesiyle sürmelenmiştir. Varlık evidir, hayal evi değil.
Gözünde bir tek kıl olsa hayalinde gevher, yeşim taşı gibi görünür.

110. Hayalinden tamamıyla geçersen o vakit yeşim taşını,gevherden ayırt edebilirsin.
Ey gevher tanıyan kişi, bir hikâye dinle de meydanda ve apaçık olan şeyi kıyastan fark et.

Tanrı razı olsun, Ömer zamanında birisinin, hayalini hilâl sanması.

Ömer zamanında oruç ayı geldi. Birkaç kişi bir dağın tepesine koştu.
Oruç ayının hilâlini görüp kutlulanmak,onu hayra yormak istiyorlardı. Birisi “ Ey Ömer, işte hilâl” dedi.
Ömer gökyüzüne baktıysa da ayı göremedi. “ Bu ay senin hayalinden meydana geldi.

115. Yoksa ben, gökleri senden daha iyi görürüm.Tertemiz hilâli nasıl olur da görmem?
Elini ısla da kaşını sıvazla. Ondan sonra hilâle bak!” dedi.
Adam elini ıslayıp kaşını sıvazlayınca ayı göremedi. “Padişahım, ay yok görünmez oldu” dedi.
Ömer dedi ki: “Evet, kaşının kılı seni şüphelendirdi; yaydan sana bir ok attı”.
Onun yolunu bir eğri kıl kesti, o yüzden ayı gördüm diye davaya kalkıştı.

120. Bir eğri kıl gökyüzüne perde olursa bütün vücudun eğri olunca halin ne olur?
Her cüz’ünü doğrulara uyup doğrult. Ey doğru yola giden,o eşikten baş çekme!
Teraziyi, terazi doğrulttuğu gibi terazinin değerini azaltan da yine terazidir.
Doğru olmayanlarla tartılan eksikliğe düşer, aklı şaşar kalır.
Yürü, kâfirlere karşı şiddetli ol; ağyarın dostluğuna toprak saç!

125. Ağyarın başına kılıç kesil; kendine gel; tilkilik etme, aslan ol.
Ki dostlar gayretleri yüzünden senden kesilmesinler! Çünkü o dikenler, bu güle düşmandır.
Ateşe üzerlik tohumu serper gibi kurtların başına ateş serp; çünkü o kurtlar, Yusuf’un düşmanlarıdır.
Kendine gel, Şeytan sana “babasının canı” der bu suretle o lain seni aldatır.
Bu kara yüzlü, babana da bu şeytanlığı yaptı. Âdem’i de mat etti.

130. Bu kuzgun, satranç başında çeviktir. Yarı uykulu gözle kuzgunu doğan görme!
Çünkü o kadar çok oyunlar bilir ki boğazında bir çöp gibi kalakalır.!
Onun çöpü boğazlarda durur. O çöp nedir? Mevki ve mal sevdası.
Ey kararsız kişi, mal çöpten ibarettir. Ama boğazındaysa Abıhayatı içirmez.
Malını, düzenbaz bir düşman çalacak olsa bir yol keseni, başka bir yol kesen dolandırmış demektir.

Bir yılancının başka bir yılancıdan yılan çalması

135. Bir hırsızcağız, bir yılan oynatıcısının yılanını çaldı. Aptallığından onu ganimet saymaktaydı.
Yılancı, yılanın zehirlemesinden kurtuldu. Yılan da hırsızını ağlatıp inleterek öldürdü.
Yılancı, o ölü adamı görüp tanıdı, “Onu benim yılanım öldürdü,canından etti.
Hırsızı bulayım da yılanımı ondan alayım diye dua edip duruyordum,gönlüm yılanımı bulmayı istiyordu.
Tanrıya şükürolsun ki o dua kabul edilmedi. Ben duamın kabul edilmeyişini ziyan sandım ama bana faydaymış” dedi.

140. Nice dualar vardır ki ziyanın, helâk olmanın ta kendisidir. Pak Tanrı, onları kereminden kabul etmez.

İsa Aleyhisselâm’ın yoldaşının İsa’dan kemikleri diriltmesini istemesi

İsa ile bir ahmak yoldaş oldu.Gözüne yol üstünde ölü kemikleri erişince,
Yoldaş, ölüleri diriltmek için okuduğun o yüce adı,
Bana da mutlaka öğret de bir iyilikte bulunayım, o adı okuyup kemiklere can vereyim” dedi.
İsa dedi ki: ”Sus! Bu senin işin değil. Senin nefeslerinin, senin sözünün harcı değil!

145. Nefesin yağmurlardan daha arı, duru olması, o nefes sahiplerinin meleklerden daha idrakli bulunması lâzımdır.
Âdem, ömürlerce yandı, yakıldı da arındı; felekler hazinesine emin oldu.
Sen de sağ eline bir sopa aldın ama senin elin nerede, Musa’nın eli nerede,”
O ahmak, ”Benim sırlara kabiliyetim yoksa o adı bu kemiklere sen oku!” dedi.
İsa dedi ki: “Yarabbi, bunlar ne sırlardır? Bu ahmağın bu mücadeleye girişmesi nedendir?

150. Bu hasta, nasıl oluyor da kendi derdiyle uğraşmıyor? Bu murdar herif neye kendi canının derdine düşmüyor?
Kendi ölüsünü bıraktı da yabancı ölüyü diriltmeye kalkıştı!”
Tanrı, ”Gerileme de gerilemeyi arar. Diken eken ancak yeşermiş taze diken elde edebilir.
Dünyada diken eken kişi, sakın ektiğin dikeni gül bahçesinde arama!
O, eline gül bile alsa diken olur. Bir dost varsa dost, yılan kesilir.

155. O şaki kötülüklerden çekinen kişinin kimyası hilâfına zehir ve yılan kimyasıdır (her şeyi zehirler, her şey ona karşı yılan haline gelir).

Sofinin hizmetçiye hayvanı tımar ettirmesini söylemesi, hizmetçinin de “Lâhavle” demesi

Bir sofi seyahate çıktı, döne dolaşa bir gece bir tekkeye konuk oldu.
Bir hayvanı, vardı ahıra bağladı. Kendisi dostlarla, sofanın baş köşesine geçip oturdu.
Arkadaşlarıyla murakabeye daldı. Murakabede sevgilinin huzuru, adamın önünde bir defter haline gelir (Tanrının manevi huzuruna varılır, bütün hakikatler o huzurda okunur)
Sofinin defteri, harflerin yazılmasından meydana gelen karalama değildir. Ancak kar gibi bembeyaz ve temiz gönüldür.

160. Alimin azığı ve sermayesi, kalemden meydana gelen eserlerdir. Sofinin azığı ve sermayesi nedir? Ayak izleri!
Sofi; av peşine düşen, ceylanın ayak izlerini görüp onları izleyen avcıya benzer.
Bir müddet ceylanın ayak izleri işe yarar. Ondan sonra ise esasen ahudaki misk kokusu, yolu gösterir.
Bu izlere, bu izlemeye şükreder de yol alırsa nihayet o adım atma o yol alma yüzünden muradına ulaşır.
Misk kokusunu duyup bir konak yol almak, iz izleyerek yüz konaklık yol almadan, yüz konaklık yolu dönüp dolaşmadan daha iyidir.

165. Ay ışıkların doğusu olan gönül yok mu? O gönül, ariflere “kapıları açılmıştır” sırrıdır.
Sana duvardır ama onlara kapı. Sana taştır ama azizlere inci!
Senin aynada açıkça gördüğünü pir, hem de daha önce bir kerpiç parçasında görür.
Pir olanlar o kişilerdir ki bu alem yokken onların canları, kerem denizinde vardı.
Bu tene düşmeden önce nice ömürler geçirdiler, ekmeden önce meyveler devşirdiler!

170. Nakıştan, suretten evvel canlandılar, deniz yarılmadan inciler deldiler!

Tanrı’nın mahlukatı yaratmak hususunda meleklerle müşaveresi

Tanrı, âlemi ve Âdemi yaratma hususunda meleklerle müşavere ederken onların canları, boğazlarına kadar kudret denizine dalmış bulunuyordu.
Melekler, buna mani olmak istedikleri zaman, gizlice meleklere ıslık çalıyorlar, onlarla alay ediyorlardı.
Bu nefsi Küll’ün ayağı bağlanmadan onlar her yaratılacak şeyin suretini biliyorlardı.
Feleklerden önce Zuhal yıldızını, tanelerden önce Ekmeği görmüşler;

175. Akılsız, gönülsüz fikirlerle dolmuşlar; askersiz, savaşsız galip gelmişlerdi.
O apaçık anlayış,onlara nispetle düşünüştür. Yoksa haddi zatında, bu sırdan uzakta kalanlara göre görüşün ta kendisidir.
Düşünüş; geçmişe, geleceğe dairdir. Bu ikisinden de kurtulunca müşkül hal olur
“Ruh üzümden şarabı, yoktan varı görür”
Onlar da keyfiyete düşecek olan her şeyi keyfiyetsiz görmüşler, madenden önce sağlamla kalpı fark etmişlerdir.

180. Üzüm yaratılmadan önce şaraplar içmişler, muhabbet sarhoşu olmuşlardır.
Onlar, sıcak temmuz ayında kışı, güneşin ziyasında gölgeyi görür.
Üzümün gönlünde şarabı, tamam yoklukta bütün varlığı müşahede ederler.
Gök, onların işret meclislerinde ancak bir yudumcuk içer. Güneş, ancak onların cömertliğiyle bu sırmalı libası giyer.
Onlardan iki dostu bir arada gördün mü bil ki onlar hem birdir, hem altı yüz bin!

185. Onların sayıları dalgalar gibidir. Onları rüzgâr, zahiren çoğaltır.
Halkın can güneşi, halkın pencerelere benzeyen bedenlerinde taaddüt eder, çoğalır.
Fakat güneşin kursuna bakarsan birdir. Bedenlerle mahcup olan kişi şüphededir.
Çokluk, ruhu Hayvanidedir, Ruhu insani ise birdir.
Hak, onlara madem ki nurundan saçtı, Hakk’ın nuru, artık ayrılmaz.

190. Yoldaş, bir müddet usanmayı bırak da o güzelin tek benini sana anlatayım.
Onun güzelliği anlatılmaz, iki âlem de nedir? Onun yüzündeki benin aksi!
Onun güzel benini anlatmaya başladım mı söz, tenimi yarmak, parçalamak istiyor.
Ben bu harmanda bir karınca gibi memnun geçinip gidiyorum, hatta kendi cirmimden, kendi haddimden fazla yük çekmekteyim.
Dinleyen, hikâyenin zahirini istediğinden içyüzünün söylenmemesi,kapalı kalması
O aydınlığın bile haset ettiği güzel, beni bırakır mı ki söylenmesi lâzım ve farz olan sırları söyleyeyim.

195. Deniz köpüklenir, köpükle örtülür, köpüğü ileri sürer. Sonra da köpüğünü çeker, açılır, kendisini gösterir.
Şimdi dinle, hikâyenin içyüzünü anlatmama ne mani oldu? Dinleyenin gönlü başka bir yere gitti.
Hatırına o konuk olan sofinin hali geldi. Boğazına kadar o sevdaya daldı.
Onun için bu sözü bırakıp ona başlamak hali anlatmak için o hikâyeyi söylemek icap ediyor.
Fakat ey aziz, sofiyi, suret sofisi sanma! Ne vakte kadar çocuklar gibi cevize, üzüme düşüp kalacaksın?

200. Oğul, bizim cismimiz cevizle üzümdür. Ersen bu ikisinden de geç!
Eğer sen geçmezsen Tanrı’nın lütfu, Tanrı’nın keremi seni dokuz kat gökten geçirir.
Şimdi hikâyenin zahirini dinle, fakat taneyi samandan ayır ha!

Hizmetçinin, hayvana bakmayı kabul etmesi, sonra da vaadini yapmaması

O zevk ve huzur dileyen sofilerin zikir ve mürakabeleri, vecit ve şevkle sona erince.
Konuğa yemek getirdiler. Konuk, o zaman hayvanı hatırladı,

205. Hizmetçiye ”Ahıra git, hayvana saman ve arpa ver” dedi.
Hizmetçi dedi ki: “Lâhavle... Bu ne fazla söz! Eskiden beri bu işler benim işim.”
Sofi “Önce arpayı ısla. Çünkü eşek karttır, dişleri sağlam değil” dedi.
Hizmetçi “Lâhavle. Ey ulu, bunu niye söylüyorsun? Bu hizmet usulünü, hep benden öğrenirler” dedi.
Sofi “Önce semerini indir, sırtına da ilâç koy” dedi.

210. Hizmetçi “Lâhavle ey hakîm, benim senin gibi yüz binlerce konuğum geldi;
Hepsi de yanımızdan razı olup gittiler .”Konuk bizim canımızdır, bizdendir” dedi.
Sofi “Suyunu ver ama ılık olsun” deyince hizmetçi “Lâhavle. Artık beni utandırıyorsun” dedi.
Sofi “Arpaya az saman karıştır” dedi. Hizmetçi “Lâhavle. Bu sözü kısa kes artık” dedi.
Sofi “Yerini süpür, taş toprak kalmasın. Islaksa biraz kuru toprak serp” dedi.

215. Hizmetçi “Lâhavle, a babam, lâhavle de! Bir işe yolladığın ehil kişiye az söyle!” dedi.!
Sofi “Eşeğin sırtını tımar et” dedi. Hizmetçi “Lâhavle. Baba, artık utan.!” dedi.
Bunu deyip eteğini sıkıca beline doladı. “işte gittim, önce arpa, saman getireyim” dedi.
Gitti ama ahır aklına bile gelmedi. Yalnız sofiyi aldattı.
Birkaç hazelenin yanına gitti, Sofinin sözlerine gülmeye, onunla alay etmeye koyuldu.

220. Sofi uzun zaman yolculukta bulunduğundan gözlerini yumup daldı, rüya görmeye başladı:
Eşeği bir kurda sataşmıştı. Kurt, sırtından, oyluğundan onu paralıyordu.
Uyanıp “Lâhavle. Bu ne biçim saçma rüya, Acaba o şefkatli hizmetçi nerede ki?” dedi.
Yine daldı. Bu sefer eşeğini yolda giderken gâh, bir kuyuya, gâh bir çukura düşüyor gördü.
Türlü , türlü kötü rüyalar görüyordu. Rüyasında bazen Fatiha suresini, bazan Karia suresini okuyordu.

225. “Çare ne? Dostlar kalkıp gittiler. Bütün kapıları da kapadılar” dedi.
Yine “O Hizmetçiceğiz, bizimle tuz ekmek yemedi mi ki ?
Ben ona lütuftan başka ne yaptım, yumuşak sözlerden başka ne söyledim? Aksine o bana neden kinlendi ki?
Her düşmanlığa bir sebep olur. Yoksa aynı cinsten oluş insanı vefakâr eder” diyordu.
Sonra tekrar “Lütuf ve ihsan sahibi Âdem, iblis’e bir cefada bulundu mu ki?

230. İnsan; yılana, akrebe ne yaptı ki onlar, daima insanı sokmak öldürmek isterler.
Kurdun huyu yırtıcılıktır. Bu haset de nihayet yaradılışta vardır demekte”,
Sonra yine “Böyle kötü zanna düşmek hatadır.. Neye kardeşim hakkında böyle bir zanda bulunuyorum?” diye söylenmekteydi.
Yine dönüp diyordu ki: “Bu kötü zanna düşmek de bir tedbire sarılmaktır. Şüpheye düşmeyen muvaffak olur mu?”
Sofi vesvese içindeydi. Eşeğe gelince öyle bir haldeydi ki düşmanların cezası da, dilerim böyle olsun!

235. Zavallı eşek; taş toprak içinde, semeri tersine dönmüş, kuskunu kopmuştu.
Yol yürümekten ölmüş, bütün gece yemsiz.. gâh can çekişmekte, gâh ölüm haline gelmekteydi.
Bütün gece “Yarabbi, arpadan vazgeçtim, bir avuçcağızdan da az saman olsa” diye sayıklıyordu.
Hâl diliyle “Ey şeyhler, bir merhamet edin, bu ham ve edepsiz hizmetçinin elinden yandım” diyordu.
O eşeğin çektiği eziyeti duyduğu azabı ancak karada uçan kuş, sele kapılırsa çeker duyar!
240. Nihayet biçare eşek, açlık illetinden o gece seher çağına kadar yan üstü yattı.
Gündüz olunca, hizmetçi gelip hemen semerini düzeltti, sırtına vurdu.
Eşekçiler gibi birkaç sopa indirdi. O köpek hizmetçiden ne umulursa eşeğe onu yaptı.
Eşek dayağın, şiddetinden sıçradı, kalktı. Dili yok ki halini söylesin!

Kervan halkının Sofinin eşeğini hasta sanmaları

Sofi, merkebe binip yola düzülünce merkep, her an yüzüstü düşmeye başladı.
245. Halk, merkep düştükçe onu kaldırmaya koyuldu. Herkes onu hasta sanıyordu.
Birisi kulağını burmakta, öbürü yara var mı diye damağını yoklamakta,
Diğeri nalında taş aramakta, bir diğeri de gözünü puslu görmekteydi.
Sofiye “Ey Şeyh, bu ne hal? Dün, şükür olsun, bu eşek kuvvetlidir demiyor muydun?” dediler.
Sofi (Geceleyin “Lâhavle” yiyen eşek, ancak böyle gider.

250. Merkebin azığı geceleyin “Lâhavle” olur, Geceleyin tespih çeker durursa gündüzün de secde eder) dedi.
İnsanların çoğu insan yiyicidir. Onların selam vermelerine pek emin olma!
Hepsinin de gönlü Şeytan evidir. İnsan şeytanının lâfına pek kulak asma!
Şeytan’ın ağzından çıkan “Lâhavle”ye kanan kişi, savaşta o eşek gibi tepesi üstüne düşer.
Dünyada Şeytan’ın şeytanlığına uyan; dost yüzlü düşmanın hürmetine, hilesine kanarsa,

255. O eşek gibi arıklıktan ve sersemlikten İslâm yolunda, Sırat köprüsünün üstünde tepe taklak gelir.
Kötü dostun işvelerine kulak verme; yeryüzünde tuzak gör, emniyetle yürüme.
Yüz binlerce “Lâhavle” okuyan Şeytan’a bak; ey Âdem, iblisi gör, bak nasıl yılanda gizlenmiş!
Dostun postunu yüzmek için kasap gibi sana “Ey can, ey sevgili” diye hitap eder.
Bu suretle postunu yüzmek ister. Düşmanların afyonunu tadan kişinin vay haline!

260. Ağlatıp inleterek kanını dökmek için kasap gibi ayağın baş kor, sana hitaplarda bulunur.
Aslanlar gibi avını kendin avla. Yabancının yaltaklanmasını da terket, akrabanın yaltaklanmasını da!
Aşağılık kişilerin hürmetini, hatır saymasını, o hizmetçinin hürmeti ve hatır sayması gibi bil. Kimsesizlik, adam olmayan kişilerin işvesinden iyidir.
İnsanların arazisine ev kurma, kendi işini, gör yabancı kişinin işini değil!
Yabancı kişi kimdir? Senin toprak bedenin. Senin gama, eleme düşmen de onun yüzündendir.

265. Tene yağlı, ballı şeyleri verdikçe cevherini, hakikatini semirmiş göremezsin.
Teni miskler içine yerleştirsen yine ölüm gününde pis kokusu meydana çıkar.
Miski tene sürme, gönüle sür. Misk nedir? Ululuk sahibi Tanrı’nın adı.
O münafık, miski tene sürer de ruhu, külhanın ta dibine sokar.
Dilinde Tanrı adı, canındaysa imansız düşüncesi yüzünden pis kokular!

270. Onun zikretmesi külhanda biten yeşilliğe, aptes bozulan yerde yetişen gül ve süsene benzer.
O yeşillik orada ariyettir. O gülün yeri oturulan işret edilen yerdir.
Temiz şeyler temizlere aittir; pisler de pis şeylere... kendine gel!
Kin yüzünden yol azıtanlara kin tutma. Çünkü onların kabirlerini de kin tutanların yanına kazarlar.
Kinin aslı cehennemdir. Senin kinin o küll’ün cüz’üdür, dinin de düşmanı.

275. Mademki sen cehennemin cüz’üsün; aklını başına al cüzü, küllünün yanında karar eder.
Ey adı sanı duyulmuş kişi! Cennetin cüzüysen zevkin de cennet gibi ebedidir.
Acı, mutlaka acılara katılır. Bâtıl söz nasıl olur da Hakk’a ulaşır?
Kardeş, sen ancak o düşünceden, o ruhtan ibaretsin. Mütebaki varlığın bakımındansa kemik ve deriden başka bir şey değilsin.
Düşüncen, manevi varlığın gülse, gül bahçesisin; dikense külhana lâyıksın.
Gül suyu isen seni başa sürer, koyuna serperler; sidik gibiysen dışarı atarlar.

280. Koku satanların tablalarına bak. Her cinsi, kendi cinsinin yanına korlar.
Cinsleri, kendi cinsleriyle karıştırır, bu uygunluktan bir güzellik, bir süs meydana getirirler.
Fakat mercimek, şeker arasına karışırsa onları birer, birer ayırırlar.
Tablalar kırıldı, canlar döküldü de iyiyi, kötüyü birbirine karıştırdılar.
Tanrı, bu taneleri ayırıp tabağa koysunlar diye kitaplar verdi, peygamberler gönderdi.

285. Peygamberler, gelmeden önce hepsi bir görünmekteydi. Mümin, kâfir, Müslüman, çıfıt… Zahiren hepsi birdi.
Alemde kalp akçayla sağlam akça bir yürümekteydi. Çünkü ortalık tamamiyle geceydi, biz de gece yolcularına benziyorduk.
Peygamberlerin güneşi doğunca “Ey karışık, uzaklaş! Ey saf, beri gel” dedi.
Rengi göz ayırt edebilir; lâl’i, taşı göz bilebilir.
İnciyi, süprüntüyü göz anlar. Onun için çerçöp göze batar.

290. Bu kalpazanlar, gündüze düşmandır. Fakat madendeki altınlar gündüze âşıktır.
Çünkü gündüz, kuyumcu ve sarraf, altını fark etsin diye altına aynadır.
Kırmızı yüzle sarı yüzü gündüz gösterdiğinden Tanrı, kıyamete Gün lâkabını taktı.
Hakikatte gündüz, velilerin sırrıdır. Gündüz, onların aylarına nispetle gölgelere benzer.
Gündüzü, Tanrı erinin sırrının aksi bilin; gözü örten akşamı da onun ayıp örtücülüğünün aksi.

295. Tanrı onun için “Vedduha” buyurdu. “Vedduha”, Mustafa’nın gönlünün nurudur.
Tanrı, kuşluk zamanını sevdi derler ya. Bu söz de, kuşluk çağı, onun aksi olduğundandır.
Yoksa fâni olan şeye yemin etmek hatadır. Böyle olduğu halde fâni şeyin Tanrı’nın sözüne girmesi lâyık olur mu?
Halil “Ben fâni olanları sevmem” dedi Halil böyle derse Ulu tanrı nasıl olur da fâni şeyi diler, sever?
“Velleyl” den maksat yine Mustafa’nın ayıp örtücülüğü, toprağa mensup olan cismidir.

300. Bu kuşluk çağının güneşi o, gökten doğdu da gece gibi olan tene “Seni Rabb’in terk etmedi” dedi.
Belanın ta kendisinden vuslat meydana geldi; “Sana darılmadı da” sözü de o tatlılıktan zuhur etti.
Esasen her söz bir halete alâmettir. Hâl ele benzer, söz de alete.
Kuyumcunun aleti, kunduracının elinde kuma ekilmiş tohuma döner.
Çiftçinin yanında kunduracının aleti, köpeğin, önünde saman, eşeğin önünde kemik gibidir.

305. “Enel Hakk” sözü, Mansur’un ağzında nurdu. “Enallah” sözü, Firavunun ağzında yalan!
Sopa, Musa’nın elinde doğruluğuna şahit oldu, sihirbazın elindeyse bir şeye yaramadı.
İsa, bu yüzden yoldaşına Tek Tanrı’nın o yüce adını belletmedi.
Çünkü bilmez de alete noksan bulur. Taşı, toprağa vur. Hiç ateş çıkar mı?
Elle alet taşla demire benzer. Çift olması gerek ki ateş çıksın.

310. Çifti olmayan, aleti bulunmayan Tek Tanrıdır. Sayıda şüphe olabilir, Fakat Tanrıda şüphe yoktur.
İki diyenler, üç diyenler daha fazla diyenler, bir olduğunda mutlaka ittifak ederler.
Şaşılık gidince hepsi birleşir; iki, üç diyenler de bir derler.
Onun meydanında bir topsan, ona bir diyorsan durma, çevgânının etrafında dön dolaş!
Top padişahın elinin darbesiyle oynarsa, kemale ermiş olur.

315. Ey şaşı; bunları can kulağıyla dinle, gözüne kulak yoluyla ilâç ver!
Temiz söz, hakikatten uzak olan gönüllerde karar etmez, nurun aslına dek gider.
Çarpık ayakkabı, nasıl çarpık ayağa uyarsa Şeytanın afsun ve efsanesi de doğru olmayan gönüllere uyar.
Hikmeti istediğin kadar tekrarla... ona ehil değilsen hikmet, senden ne kadar uzak!
İster yaz, belle… İster bahset, söyle!

320. O, Ey inatçı senden yüzünü çeker, gizlenir; bağlarını koparır, kaçar.
Fakat sen okumasan da hakikat ilmi senin yanıp yakıldığını görürse elinde,alışmış kuş haline gelir.
Tavus kuşu, nasıl köylü evinde olmazsa, hakikat ilmi de her aceminin malı olmaz.!

Padişahın, doğanı ihtiyar kadının evinde bulunması

Doğanın padişahtan kaçıp un eleyen kocakarının evine gitmesi, bilgisizliğindendir.
O kadıncağız, çocuklarına tutmaç pişirmeye savaşırken o cinsi güzel, kendisi hoş doğanı görünce,

325. Tutup ayacığını bağladı, kanadını kesip güdük bir hale getirdi, tırnağını kesti, yesin diye de önüne saman koydu.
”Ehil olmayanlar sana iyi bakamamışlar, kanadın haddini aşmış, tırnağın da uzamış.
Na ehil kişiler seni hasta ederler. Ananın yanına gel ki sana iyi baksın!” dedi.
Arkadaş, cahilin sevgisini de böyle bil. Cahil yolda daima çarpık, daima yampiri gider.
Padişahın günü, doğanı aramakla geçti, nihayet o kocakarının çadırına yöneldi.

330. Ansızın orada doğanı, toz duman içinde gördü. Ona bakıp ağlamaya başladı.
Dedi ki: “Her ne kadar, bize dosdoğru vefakarlıkta bulunmadığın için bu hâl sana lâyıktı.
Çünkü cehennem ehliyle cennet ehlinin müsavi olmadığından gaflet ederek cennetten kaçtın, cehennemde karar ettin.
Halinden haberdar olan padişahtan sersemce bu kokuşuk kocakarının evine kaçanın layığı budur”
Doğan kanadını padişahın eline sürmekte, hal diliyle “Ben günah ettim”;

335. Ey kerem sahibi, sen iyilerden başkasını kabul etmezsen kötü nereye varsın da halini arz edip ağlasın?
Padişah, her kötüyü iyi ettiğinden onun lütfü cana bu cüreti vermekte, bu cinayetleri yaptırmaktadır” demekteydi.
Yürü, çirkin işlerde bulunma ki bizim iyiliklerimiz bile o güzel sevgilimizin huzurunda çirkin görünmektedir.
Halbuki sen ettiğin hizmeti ona lâyık sandın da cürüm bayrağını onun için yücelttin.
Sana onu anmaya, Onu çağırmaya izin verdiler de o yüzden günlüne gurur düştü.

340. Kendini Tanrı ile konuşur gördün. Halbuki niceler vardır ki bu şüphe yüzünden ondan ayrı düşer.
Gerçi padişah seninle beraber yerde oturur ama sen kendini tanı, haddini bil de daha iyi, daha edepli otur!
Doğan dedi ki: “Padişahım, pişmanım, tövbe ettim, yeniden müslüman oldum.
Sarhoş ederek aslanı bile tutacak derecede kuvvet ve cüret sahibi ettiğin kişi sarhoşluk yüzünden yolunu sapıtırsa özrünü kabul et.
Tırnağımı kestilerse de sen beni kabul eder, benden yüz çevirmezsen ben, güneşin bile perçemini koparırım.

345. Kanadım gittiyse de beni okşarsan, bana iltifat edersen felek bile benim oyunuma karşı mat olur.
Bana kuvvet kemerini bağışlarsan dağı yerinden koparırım, bana kudret kalemini verirsen bayrakları yıkar, orduları kırarım.
Nihayet benim cüssem, bir sivrisinekten de aşağı değil ya... Ben de Nemrut mülkünü kanadımla vurur, tarumar ederim.
Tut ki zayıflıkta Ebabilim, tut ki düşmanlarımın her biri bir fildir.
Bir fındık kadar, fakat yakıcı kurşun atarım; kurşunum, yüzlerce mancınık derecesinde tesir eder.
Taşım nohut kadarsa da savaşta ne baş bırakır, ne miğfer!

350. Musa, savaşa bir tek sopasıyla gitti ama o sopayla Firavun’u da, kılıçlarını da kırdı geçirdi.
Her peygamber, o kapıyı yalnızca döğmüş, bütün dünyaya tek başına saldırmıştır.
Nuh, ondan kılıç isteyince Tufan dalgası, Tanrı kudretiyle kılıç kesilmiştir.
Ey Ahmet, yeryüzünün askeri kim oluyor ki? Aya bak, ayın bile alnını yar!
Bu suretle yıldızların yomlu, yomsuz olduğuna inanan bihaberler, bu devrin senin devrin olduğunu, kamerin devri olmadığını anlasınlar.

355. Bu devir, senin devrindir. Çünkü Kelîm olan Musa bile daima senin zamanını arzuladı.
Musa, senin devrinin parlaklığını, o devirdeki tecelli sabahının zuhurunu gördü de;
“Yarabbi, o ne rahmet devri... o devir, rahmetten de ileri... o devirde rüyet var.
Musa’nı denizlere daldır da Ahmet’in devrinde izhar et’’ dedi.
Tanrı dedi ki: “Sana o devri onun için gösterdim, o halvetin yolunu onun için açtım”

360. Ey Kelîm, sen o devirden uzaksın; ayağını çek, çünkü bu iklim uzundur.
Ben kerem sahibiyim. Tamaha düşüp ağlasın diye mahluka ekmek gösteririm.
Ana, çocuk uyansın da gıdasını istesin diye çocuğun burnunu ovar.
Çünkü çocuğun, açlığından haberi olmaz, uyuyakalır. Fakat süt muhabbeti, ananın iki memesini de ağrıtmaya başlar.
“Ben gizli rahmet olan bir hazineydim, hidayete erişmiş bir ümmet gönderdim.”

365. Can ve gönülle dilediğim bütün keremleri sana Tanrı gösterdi de sen onlara tamah ettin.
Ahmet, ümmetler “Yarab” desinler diye dünyada nice put kırdı.
Ahmet’in çalışması olmasaydı sen de ataların gibi puta tapardın.
Ahmet’in ümmetler üzerindeki hakkını bil, başın puta secde etmekten, bunu bilesin diye kurtuldu.
Söylersen bu puta tapmadan kurtulmanın şükrünü söyle de Tanrı, seni bâtın putundan da kurtarsın.

370. O, nasıl, başını putlardan kurtardıysa sende o kuvvetle gönlünü kurtar.
Dini babadan bedava bir miras olarak buldun da onun için başını şükretmeden çevirdin.
Mirasyedi, mal kadrini ne bilsin? Rüstem can verdi, Zâl bedava şeref kazandı!
Ben, birisini ağlatırsam rahmetim coşar; ağlayıp taşanda nimetime erişir.
Birisine bir şeyi vermek istemezsem o isteği göstermem. Fakat gönlünü kapattım mı artık açmam.

375. Rahmetim, o ağlamalara bağlıdır. Kul ağladı mı rahmet denizi, kabarmaya, dalgalanmaya başlar.

Tanrı, aziz sırrını takdis etsin, şeyh Ahmed-i Hıdraveyh’in Tanrı ilhamıyla borçlular için helva satması

Bir şeyh vardı. Cömertlikle anılmıştı, o yüzden de daima borçluydu.
Büyüklerden on binlerce lira borç almış, âlemdeki yoksullara harcetmişti.
Borçlu bir de tekke kurmuş, canını da, malını da, tekkesini de Tanrı uğruna feda etmişti.
Tanrı, Halil’e nasıl kumu un etmişse onun da borcunu her taraftan öderdi.

380. Peygamber dedi ki: “Pazarlarda iki melek daima dua eder.
Ey Tanrı, sen verenlere, ihsan edenlere fazlasıyla ver; nekes malını da telef et!
Bilhassa canını bağışlayan,kendisini Tanrıya kurban eden,
İsmail gibi boynunu veren kişiye fazlasıyla ver! “Hiç o boyna bıçak işler mi?
Şehitler de bu yüzden diridirler, bu yüzden zevk ve safa içindedirler. Sen kâfir gibi yalnız kalıba bakma!

385. Çünkü Tanrı, onlara karşılık olarak ebedi ve gamdan, mihnetten, kötülükten emin bir can vermiştir.
Borçlu Şeyh, yıllarca bu işte bulundu, vazifesi buymuş gibi halktan borç almakta, halka vermekteydi.
Ölüm gününde ulu bir bey olmak için ölümüne kadar bu çeşit tohumlar ekmekteydi.
Şeyh’in ömrü sona erip de vücudunda ölüm alâmetlerini görünce,
Borçlular etrafına toplandı. Şeyh, mum gibi kendi kendisine eriyip gidiyordu.

390. Borçluların ümidi kesildi, suratları ekşidi, dertlerine dert katıldı.
Şeyh, ”Şu kötü şüpheye düşenlere bak! Tanrı’nın dört yüz dinar altını yok mu ki?” dedi.
Bu sırada dışardan bir çocuk, birkaç para kazanmak ümidiyle “Helva” diye bağırdı.
Şeyh, hizmetçiye, ”Git helvanın hepsini al,
Borçlular yesinler de bir müddetçik olsun bana acı acı bakmasınlar” diye başıyla işaret etti.

395. Hizmetçi, helvanın hepsini almak üzere hemen dışarı çıktı.
Helvacıya ,”Bu helvanın hepsi kaça?” diye sordu. Çocuk “Yarım küsur dinar” dedi.
Hizmetçi, ”Yoo,Sofilerden çok isteme. Sana yarım dinar veriyorum, artık söylenme!” dedi.
Helvayı bir tabağa koydurdu ve tabağı getirip Şeyh’in önüne koydu. Sır sahibi Şeyh’in esrarına bak!
Borçlulara , ”Buyurun, şu mübarek helvayı helâlinden bir güzelce yeyin” diye işaret etti.

400. Tabak boşalınca, çocuk tabağını aldı, ”Ey kâmil kişi, paramı ver” dedi.
Şeyh dedi ki: “Parayı nerden bulayım? Ben borçlu bir adamım, aynı zamanda ölüyorum!”
Çocuk derdinden tabağı yere vurdu, feryat ve figana başladı.
Eleminden hayhayla ağlamaya koyuldu, ”Keşke iki ayağım da kırılaydı,
Keşke külhan’a gideydim de tekkenin kapısından geçmez olaydım” diyordu.

405. Boğazına düşkün, yemeye alışkın sofiler, köpek gönüllüdürler, fakat kedi gibi yüzlerini yıkarlar, temiz görünürler.
Çocuğun feryadından hırlı, hırsız birçok kişi başına toplandı.
Çocuk, ”Ey kötü Şeyh, beni ustam muhakkak öldürür.
Eğer yanına eli boş gidersem beni keser, buna razı mısın?” diyordu.
Borçlular da inkâra düşüp Şeyh’e yüz çevirerek “Bu ne oyun ki?

410. Bizim malımızı yedin, borçlu gidiyorsun. Böyle olduğu halde neden başka bir zulümde daha bulundun?” diyorlardı.
Çocuk ikindi namazı vaktine kadar ağladı. Şeyh’e gelince, gözlerini yummuş, ona hiç bakmıyordu.
Bu cefaya, bu aykırı işe aldırış etmemekteydi. Ay gibi yüzünü yorganın içine çekmişti.
Ezelle hoş, ecelle sevinçli.. havas ve avamın kınamasından, dedikodusundan el ayak çekmiş!
Can, bir adamın yüzüne gülerse, ona halkın ekşi suratlı oluşundan ne zarar.

415. Can birisini öperse, felekten, feleğin hışmından gam yer mi?
Mehtaplı gecede ay, Simâk burcundayken köpeklerden, köpeklerin havlamasından ne korkusu olur?
Köpek vazifesini yerine getirir, ay da ışığını yere döşeyip durur.
Herkes kendi işceğizini görür. Su,bir çöp için durulduğunu terk etmez.
Çöp, çöpçesine su üstünde yürür durur, sâf su da bulanmadan akıp gider.

420. Mustafa, gece yarısı ayı ikiye böler; Ebuleheb, kininden saçma sapan söylenir!
İsa ölüyü diriltir; Yahudi, hiddetinden sakalını yolar.
Köpeğin sesi ayın kulağına girer mi? Hele o ay, Tanrı hası olursa..
Padişah, sabaha kadar musiki âlemi yapar, su kenarında şarap içer, kurbağaların seslerinden haberi bile olmaz.
Çocuğun parası, orada bulunanlara müsaviyen takdim edilseydi herkese birkaç akçe düşerdi, çocuk da parasını alırdı. Fakat Şeyh’in himmeti bu cömertliği de bağladı.

425. Bu suretle kimse çocuğa bir şey vermedi. Pirlerin kuvveti bundan da fazladır.
İkindi vakti oldu. Hizmetçi, Hatem gibi cömert birisinin verdiği bir tabak altını getirdi.
Mal sahibi halli bir kişi, Şeyh’in halini biliyordu, ona hediye göndermişti.
Tabağın bir köşesinde dört yüz dinar vardı, bir tarafında da kâğıda sarılı yarım dinar.
Hizmetçi gelip Şeyh’i ağırladı, o misli bulunmaz Şeyh’in önüne o tabağı koydu.

430. Tabağın üstünden örtü kaldırılınca halk Şeyh’in kerametini gördü.
Hepsinden de feryat yüceldi: “Ey şeyhlerin de başı, şahların da, bu neydi?
Bu ne sır, bu ne sultanlık? Ey sır sahiplerinin efendisi!
Biz bilemedik, affet; saçma sapan, uluorta hayli söylendik.
Körcesine sopa sallamaktayız, elbette kandilleri kırarız.

435. Sağırlar gibi bir tek söz duymadan kendi aklımızca cevap vermeye kalkıştık, hezeyanlarda bulunduk.
Biz Musa’dan da ibret almadık. O bile Hızır’ı kınadı da yüzü sarardı.
Hem gözü o kadar yüceleri gördüğü, gözünün nuru göklere bile nüfus ettiği halde!
Ey zamanın Musa’sı değirmendeki farenin gözü, ahmaklıktan senin gözünle bahse kalkıştı“ dediler.
Şeyh “Bütün o sözleri size helâl ettim.

440. Bunun sırrı şuydu, ben Tanrı’dan bunu diledim, Tanrı da bana doğru yolu gösterdi.
O dinar gerçi az bir paraydı. Fakat gelmesi çocuğun ağlamasına bağlıydı.
Helva satan çocuk ağlamasaydı, rahmet denizi coşmazdı” dedi.
Kardeş, çocuk, senin cisim çocuğundur. İyice bil ki muradına erişmen de ağlamana bağlı.
O libası elde etmek istersen cesedindeki göz çocuğunu ağlat!

Birisinin bir zahidi az ağla ki kör olmayasın diye korkutması

445. Bir zâhide, çalışıp, savaşan bir dostu “Az ağla ki gözün bozulmasın“ dedi.
Zâhit dedi ki: “İş iki halden dışarı olamaz. Göz, ya yüzü görür, ya görmez.
Eğer Tanrı nurunu görürse ne gam? Tanrı visaline erişmek için iki gözden olmak pek değersiz bir şey!
Yok, eğer Tanrı nurunu, Tanrı ziyasını görmeyecekse böyle kötü gözün kör olması daha iyi!”
Gözden dolayı gam yeme ki İsa, senindir. Eğri yürüme de sana iki doğru göz bağışlasın.

450. Ruhunun İsa’sı senin yanındadır, ondan yardım dile. Çünkü o, yardım etti mi adamakıllı eder.
Fakat ey temiz can, kemiklerle dolu olan tenle İsa’nın gönlüne saldırma, onun gönlünü çiğneme!
Doğru kişilere anlattığımız hikâyedeki ahmağa benzeme.
İsa’ndan ten diriliği arama, Musa’dan Firavunluk muradı dileme!
Gönlüne geçim kaygısını az koy, sen kapıda oldukça rızkın azalmaz.

455. Bu beden, ruha bir otağdır. Yahut da Nuh’un gemisine benzer.
Türk sağ oldukça mutlaka kendisine bir otağ bulur, hele Hak kapısının azizi olursa.

Bütün kemiklerin İsa Aleyhisselâm’ın duasıyla dirilmesi

İsa, o gencin isteğiyle kemiklere Tanrı adını okudu.
Tanrı’nın hükmü, o çiğ herif için o kemikleri diriltti.
Aradan bir kara aslan da dirilip sıçradı, ahmağa bir pençe vurup öldürdü.

460. Kellesini kopardı, hemen beynini yere akıttı. Kafasında ceviz içi kadar beyin bile yoktu.
Zaten beyni bile olsaydı o kırılmakta, o helâk olmakla ancak bedeni zail olur, ruhu kalırdı.
İsa aslana, ”Neden derhal onu paraladın?” dedi. Aslan, ”Sen ondan sıkılmış,perişan bir hale gelmiştin de ondan“ diye cevap verdi.
İsa, “O halde niçin kanını içmedin?” deyince de dedi ki: “O benim rızkım değildi. Bana nasip olmamıştı.”
Nice kişiler vardır ki, o kükremiş aslan gibi avını yemeden dünyadan gitmiştir.

465. Kısmeti bir saman çöpü bile değilken hırsı dağ kadar. Tanrı’ya yüzü yok. Âlem yanında kadir kıymet kazanmış!
Ey bize güç şeylari kolaylaştıran Tanrı! Bizi abes ve boş şeylerden kurtar.
Bize rızık diye gösterdin, halbuki tuzakmış. Bize her şeyi olduğu gibi göster.
O aslan, ”Ey Mesih, bu avlanma ancak ibret içindi.
Eğer benim dünyada rızkım olsaydı ölülerle ne işim vardı, nasıl olurdu da ölürdüm?

470. Fakat berrak suyu bulup da eşek gibi içine işeyenin lâyığı budur.
Eşek o ırmağın kadrini bilse ayağını sokacağı yerde başını kaldırırdı.
Hayat veren bir suya sahip öyle bir peygamber bulur da,
“Ey Âbıhayat sahibi, bizi, ol, emriyle dirilt.” Deyip nasıl ölmez?” dedi.
Sen de kendine gel, köpek nefsini diriltmeyi isteme. Çünkü o nice zamandır senin düşmanındır.

475. Bu köpeği can avından alıkoyan kemiğin başına toprak!
Köpek değilsen neden kemiğe âşıksın, sülük gibi neden kanı seviyorsun?
O ne biçim gözdür ki görmez, sınamalarda ancak rüsvay olur!
Zanlarda bazen hata olur; fakat bu ne biçim zandır ki yoldan kör olarak gelmektedir!
Ey başkalarına ağlayan göz, gel,bir müddetçik otur da kendine ağla!

480. Dal, ağlayan buluttan yeşerir,tazeleşir. Çünkü mum, ağlamakla daha aydın bir hale gelir.
Nerde ağlıyorlarsa orda otur, çünkü sen, ağlamaya daha lâyıksın!
Çünkü gönülde taklit nakşı var; yürü bendini göz yaşıyla yık!
Taklit, her iyiliğin afetidir. Sağlam bir dağ bile hakikatte samandan ibarettir.

485. Köre; kuvvetli, ve tez kızar olsa bile bir et parçasıdır, gözü yok!
Kıldan ince söz söylese bile gönlünün, o sözden haberi olmaz.
Kendi sözüyle sarhoş olur ama onunla şarap arasında ne kadar yol var!
Irmağa benzer, su içemez ki… su, arktan su içecekler için akıp gider.
Onun içindir ki su, arkta durmaz; su susamış değildir ki,su içemez ki!

490. Taklide düşen ney gibi feryat eder ama ancak o feryadı dinlemek isteyen için.
Mukallit, söz söylerken ağlasa bile habîsin maksadı, ancak tamahtır.
Ağlar da yanık sözler söyler. Fakat kendisinde yanan yürek nerde, yırtılan etek nerde?
Muhakkikle mukallit arasında çok fark vardır. Bu Davut gibidir, öbürü ses gibi!
Bunun sözleri yanıklıktan doğar, öbürüyse söylenmiş köhne sözleri belleyip nakleder.

495. Kendine gel,kendine! O hüzünlü sözlere kapılma. Öküzün üstünde yük var, kağnı da feryat edip ağlıyor!
Ama mukallit da sevaptan mahrum değildir. Hesaba gelince ağlayıcıya da para verirler.
Kâfir de Tanrı der, mümin de. Fakat ikisinin arasında adamakıllı fark var.
O yoksul, ekmek için Tanrı der, haramdan çekinense candan, gönülden.
Eğer yoksul, söylediği sözü bilseydi, gözünde ne az kalırdı ne çok!

500. Ekmek isteyen yıllardır Allah der, fakat saman için Mushaf taşıyan eşeğe benzer.
Dudağındaki gönlünden doğsa, gönlünü aydınlatsaydı bedeni zerre zerre olurdu.
Şeytan’ın adı büyü yapmaya yarar, sen de Tanrı adıyla mangır elde edersin!

Köylünün karanlıkta öküzü sanıp aslanı okşaması

Köylünün biri, öküzünü ahıra bağlamıştı. Aslan gelip öküzü yedi, yerine geçip oturdu.
Köylü geceleyin ahıra gidip köşeye, bucağa el atarak öküzü aramaya koyuldu.

505. Elini aslana sürmekte, sırtını yağrısını yukarı aşağı okşamaktaydı.
Aslan “Aydınlık olaydı ödü patlar, yüreği kan kesilirdi.
Fakat şimdi pervasızca beni okşuyor, kaşıyor. Çünkü gece vakti beni öküz sanıyor demekteydi.
Hak da “Ey mağrur kör, Tur dağı benim adımdan paramparça olmadı mı?
Eğer biz kitabımızı dağa indirseydik dağ parçalanır, yerinden kopar, başka bir yere göçerdi.

510. Eğer Uhud Dağı, beni anlasaydı o dağdan ırmak, ırmak kan akardı.” deyip duruyor,
Sen bu adı babandan, anandan işittin de onun için bu ada gafilce yapıştın.
Bu sırrı taklitsiz anlasan Tanrı lütfüyle nişansız bir hale gelir, hâtife benzersin.
Tehdit için söyleyeceğimiz şu hikâyeyi duy da taklidin zararını bil!

Sofilerin, sema için konuğun eşeğini satmaları

Bir sofi yoldan gelip bir tekkeye misafir oldu. Eşeğini götürüp ahıra çekti.

515. Eliyle sucağızını, yemceğizini verdi. Bundan önce söylediğimiz hikâyedeki gibi yapmadı. İhtiyatlı davrandı, fakat kaza gelince ihtiyatın ne faydası olur?
Sofiler, yok, yoksul kişilerdi. Yoksulluk, az kala helâk edici bir küfür ola yazdı.
Ey zengin, sen toksun, sakın o dertli yoksulun aykırı hareketine gülme!
O sofiler, acizlikten umumiyetle birleşip merkebi satmaya karar verdiler.

520. Zarurette murdar da mubahtır. Nice kötü şeyler vardır ki zarurette iyi ve doğru olur.
Hemencecik o eşekceğizi sattılar, yiyecek aldılar. Mumlar yaktılar.
Tekkeye, bu gece yemek var, sema var diye bir velveledir düştü.
“Bu sabır niceye dek, bu üç günlük oruç ne vakte kadar, bu zembil taşıyıp dilenme ne zamana sürüp gidecek?
Biz de halktanız, bizim de canımız var. Bu gece devlete erdik, konuk geldi” dediler.

525. Hakikatte can olmayanı can sandıkları için batıl tohum ektiler.
O konuk da uzak yoldan gelmiş, yorulmuştu. O iltifatı,
Sofilerin kendisini birer, birer ağırladığını, güzel bir surette izzet ve ikram tavlasını oynamakta bulunduklarını,
Kendisine olan meyil ve muhabbetlerini görünce “Bu gece eğlenmeyeyim de ne vakit eğleneyim?” dedi.
Yemek yediler sema’ya başladılar. Tekke, tavanına kadar toza, dumana boğuldu.

530. Bir taraftan mutfaktan çıkan duman, bir taraftan o ayak vurmadan çıkan toz, bir taraftan sofilerin iştiyak ve vecitle canlarıyla oynamaları ortalığı birbirine katmıştı.
Gâh el çırparak ayak vuruyorlar, gâh secde ederek yeri süpürüyorlardı.
Dünyada tamahsız sofi az bulunur. O sebepten sofi hayli hor, hakirdir.
Ancak Tanrı nuruyla doyan ve dilenme zilletinden kurtulmuş olan sofi, bundan müstesnadır.
Fakat sofilerin binde biri bu çeşit sofilerdendir. Öbürleri de onun sayesinde yaşarlar.

535. Sema, baştan sona doğru varınca çalgıcı bir Yörük semai usulünce taganniye başladı.
“Eşek gitti, eşek gitti”, demeye koyuldu. Bu hararetli usule hepsi uyup,
Bu şevkle seher çağına kadar ayak vurup el çırparak “Ey oğul, eşek gitti, eşek gitti” dediler.
O, konuk olan sofi de onları taklit ederek “Eşek gitti” diye bağırmaya başlamıştı.
O aysuişret, o sema ve safa çağı geçip sabah olunca hepsi vedalaşıp gitti.

540. Tekke boşaldı, sofi kaldı. Eşyasının tozunu silkmeye başladı.
Nesi var, nesi yoksa hücreden dışarı çıkardı. Eşeğe yükleyip yola çıkmaya niyetlendi.
Alelacele yoldaşlarına yetişip ulaşmak üzere eşeği getirmek için ahıra gitti, fakat eşeğini bulamadı.
“Hizmetçi suya götürmüştür. Çünkü dün gece az su içmişti.” dedi.
Hizmetçi gelince sofi, “Eşek nerede?” dedi. Hizmetçi “sakalını yokla!” diye cevap verdi, kavga başladı.

545. Sofi, “Ben eşeği sana vermiştim onu sana ısmarlamıştım.
Yollu yordamlı konuş, delil getirmeye kalkışma. Sana ısmarladığım eşeğimi getir.
Sana verdiğimi senden isterim. Onu iade et.
Peygamber dedi ki. “Elinle aldığını geri vermek gerek”
Serkeşlik eder de buna razı olmazsan mahkeme işte şuracıkta, kalk gidelim” dedi.

550. Hizmetçi “Sofilerin hepsi hücum etti, ben mağlup oldum, yarı canlı bir hale düştüm.
Sen bir ciğer parçasını kedilerin arasına atıyorsun, sonra da onu aramaya kalkışıyorsun.
Yüz açın önüne bir parçacık ekmek atıyor, yüz köpeğin arasına zavallı bir kediyi bırakıyorsun!” dedi.
Sofi dedi ki: “Tutalım senden zulmen aldılar ve benim gibi yoksul birisinin kanına girdiler.
Ya niçin bana gelip de söylemiyor, biçare, eşeğini götürüyorlar, demiyorsun?

555. Eğer söyleseydin eşeği kim aldıysa ondan alırdım, yahut da parasını aralarında paylaşırlar, o paraya razı olurdum.
Onlar o vakit buradaydılar. Yüz türlü çare bulunurdu. Halbuki şimdi her birisi bir tarafa gitti!
Kimi tutayım? Kime gideyim? Bu işi başıma sen açtın, seni kadıya götüreyim de gör!
Niçin gelip de “Ey garip, böyle bir korkunç zulme uğradın” diye haber vermedin”
Hizmetçi “Vallahi kaç kere geldim, sana bu işleri anlatmak istedim.

560. Fakat sen de “Oğul, eşek gitti” deyip duruyordun. Hatta bu nağmeyi hepsinden daha zevkli söylemekteydin.
Ben de “O da biliyor, bu işe razı, ârif bir adam” deyip geri döndüm” dedi.
Sofi “Onların hepsi hoş, hoş söylüyorlardı, ben de onların sözünden zevke geldim.
Onları taklit ettim, bu taklit beni ele verdi. O taklide iki yüz kere lânet olsun!
Hele böyle ekmek için yüzsuyu döken saçma adamları taklide!

565. Onların zevki bana da aksediyor, bu akis yüzünden gönlüm zevkleniyordu” dedi.
Dostlardan gelen akis, sen denizden akse muhtaç olmaksızın su almaya iktidar kesbedinceye kadar hoştur.
İlkönce gelen aksi taklit bil. Sonradan birbiri üstüne ve biteviye gelirse anla ki hakikîdir.
Hakikî akse erişinceye kadar dostlardan ayrılma. Sedefi terk etme, o katra daha inci olmadı ki.
Gözün, aklın ve kulağın sâf olmasını istiyorsan o tamah perdelerini yırt.

570. Çünkü sofiyi yoldan çıkaran tamahtır. Yoldan çıkarır da sofinin hali tebah olur, ziyan içinde kalır.
Yemeğe, zevk ve sema’ya tamah ediş, hakikate akıl erdirmesine mani olur.
Ayna bir şeye tamah etseydi bizim gibi münafık olur, her şeyi olduğu gibi göstermezdi.
Terazinin mala tamahı olsaydı tarttığını nasıl doğru tartardı?
Her peygamber, kavmine açıkça “Ben sizden peygamberlik için ücret istemiyorum.

575. Ben delilim, müşteriniz Tanrı’dır. Tanrı, benim tellâllığımı iki baştan da verdi.
Benim ücretim dosta kavuşmaktır. Ebubekir kırk bin dinar verdi ama.
Onun kırk bini benim ücretim değil ki. Hiç boncuk, Aden incisine benzer mi?” demiştir.
Bir hikâye söyleyeyim, can kulağıyla dinle de tamah, adamın kulağına nasıl perde oluyor, anla!
Kimde tamah varsa dili tutuk bir hale gelir. Nasıl olur da tamahla göz ve gönül aydınlanır, buna imkân var mı?

580. Tamahkâr adamın gözünün önünde makam ve altın hayali, gözdeki kıl gibidir.
Fakat Hak’la dolu olan sarhoş bundan müstesna. Ona hazineler de versen yine hürdür.
Sevgiliye kavuşma devletine eren kişinin gözünde bu dünya murdar bir şeyden ibarettir.
Fakat bu sarhoşluktan uzak olan sofi, nihayet hırs yüzünden nursuz, pirsiz bir hale gelir.
Hırsa düşkün olan, yüzlerce hikâye dinler de haris kulağına girmez.

Kadı tellâllarının, bir müflisi şehirde dolaştırarak halka bildirmeleri

585. Evsiz barksız, kimsiz, kimsesiz bir müflis vardı. Zindana düşmüş, amansız bağlara giriftar olmuştu.
Bir bahane bulup zindandakilerin yiyeceklerini yerdi. Tamahı yüzünden halkın gönlüne Kafdağı gibi ağır gelmekteydi.
Şerrinden kimsenin bir lokma ekmek yemeye kudreti yoktu. Çünkü hemen ucundan tutup kapardı.
Tanrı davetinden uzak olan, sultan bile olsa gözü açtır.
O adam da mürüvveti ayak altına almıştı. O lokma kapıcının yüzünden bir cehennem kesilmişti.

590. Bir rahata kavuşurum ümidiyle nereye kaçsan orada önüne bir âfet çıkar.
Âfetsiz, felaketsiz hiçbir köşe yoktur. Tanrının halvet yerinden başka hiçbir yerde dinlenmek, rahata kavuşmak mümkün değildir.
Kurtulmaya hiçbir çare olmayan bu dünya zindanının ayakbastı parası alınmayan, hapishane dayağı atılmayan bir bucağı yoktur.
Vallahi fare deliğine girsen yine bir kedi pençeliye çatarsın.
Ademoğlu, hayalle gelişir. Hayalleri güzelse onunla rahatlaşır.

595. Yok... Eğer gözüne kötü hayaller görünürse ateşten eriyen mum gibi erir gider.
Yılanların, akreplerin içinde bile olsan Tanrı, seni güzel hayallerle avutursa,
Yılanlar, akrepler sana munis olur. Çünkü, hayalin, aşağılık şeyleri altın yapan bir kimyadır.
Sabır, güzel hayallerle tatlılaşır. Çünkü her şeyden evvel içinde bulunduğun sıkıntıdan kurtulma hayaline düşersin.
O kurtuluş ümidi, içteki imandan gelir. İman zayıflığından da ümitsizliğe, iç sıkıntısına uğrarsın.

600. Sabır, iman yüzünden baş tacı olur. Bundan dolayıdır ki sabrı olmayanın imanı da yoktur.
Peygamber “Tanrı, gönlünde sabrı olmayana iman da vermemiştir.” dedi.
O, senin gözüne yılan gibi görünür ama ötekinin gözüne güzel görünür.
Çünkü senin gözünde onun küfrünün, kötülüğünün hayali var, halbuki dostun gözünde onun müminlik hayali cilve etmekte.
Görüyorsun ya.. Bu bir kişide iki iş de var. Gâh balık oluyor, gâh olta!

605. Yarısı mümin, yarısı kafir. Yarısı hırs, yarısı sabır!
Tanrın “İçimizde mümin var de var, kâfir ve eski putperest de” dedi.
Öküz gibi... yarısı kara, yarısı ay gibi bembeyaz.
Bu yarısını gören onu almaz, öbür tarafını gören almak ister, üstüne düşer.
Yusuf, kardeşinin gözünde canavar gibiydi, fakat yine o Yusuf, Yakup’un gözüne huri gibi geliyordu.

610. Fer’e ait göz, kötü hayal yüzünden onu çirkin gördü, asli gözse ortada yoktur.
Zahiri gözü, o asli gözün gölgesi bil. O ne görürse bil ki, bu da onu görür.
Sen bir mekândasın, aslın Lâmekândır. Bu dükkânı kapa da o dükkânı aç.
Altı cihete kaçma, çünkü o cihetlerde altı kapı vardır. Tavlada altı kapı da alındı mı karşıda ki mat olur mat.

Zindandakilerin, kadı’nın vekiline o müflisi şikayet etmeleri

Zindandakiler, kadı’nın anlayışlı vekiline şikâyet ederek dediler ki:

615. “Hemen bizim selâmımızı kadıya götür, bu aşağılık adamdan incindiğimizi söyle.
O, boşboğaz, obur ve muzır herif, bu zindanda kalıp duruyor.
Kötü ve çirkin huyu yüzünden sinek gibi çağrılmadan selâmsız, sabahsız her yemeğe konmada.
Altmış kişinin yemeği ona yetişmiyor. Ne kadar söylesek vurdumduymazlıktan geliyor.
Yüzlerce hileli tedbirlerle sofraya oturdu mu zindandakilere bir lokma bile kalmıyor.

620. Sofra serildi mi o cehennem boğazlı herif hemen gelip oturuyor. Delili de şu: Tanrı, yiyin dedi!
Üç yıllık kıtlığa benzeyen bu adamdan elaman. Efendimizin ömrü ebedî olsun!
Ya bu sığırı zindandan defolup gitsin, yahut doyması için vakıftan bir maaş tayin edilsin.
Ey hem erkeğin, hem kadının memnuniyetini kazanan, bize imdat eyle imdat!”
Tatlı sözlü vekil, kadı’nın yanına gelip halkın şikayetlerini bir bir anlattı.

625. Kadı, o adamı zindandan çağırttı. Kendi adamlarından da işi tahkik etti.
Zindandakilerin şikayetlerinde haklı olduklarını anladı.
“Hemen zindandan git; sahipsiz kalası herif, var evine yıkıl!” dedi.
Herif dedi ki: “Benim evim, barkım, senin ihsanından ibaret. Kâfir gibi, zindanın bana cennettir.
Eğer beni zindandan sürersen yoksulluktan, ihtiyaçtan öldüm gitti!

630. İblis gibi, Yarabbi, beni kıyamete kadar yaşat.
Ben bu dünya zindanında rahatım. Beni yaşat da düşmanımın evlâdını tepeleyeyim.
Kimin imandan nasibi varsa, kimin yol için bir lokma ekmeği mevcutsa,
Ondan, o azığı, o ekmeği gâh hile, gâh hud’a ile alayım da pişmanlıktan feryada başlasın.
Onları bazen yoksullukla korkutayım, bazen güzelliğin saçlarıyla, benleriyle gözlerini bağlayayım. dedi.

635. Bu zindanda iman azığı azdır. Bu azığa sahip olanlar da köpeğin korkusundan ıstırap içindedir.
Namazdan, oruçtan, yüz türlü çaresizlikten meydana gelen zevk azığını da gelip birden alır, götürüverir.
Tanrı Şeytanından Tanrı’ya sığınırım; ah, onun azgınlığından helâk olup gittik!
Bir köpek ama binlerce kişiye saldırmada, kime saldırır, kimin kanına girerse o adam da Şeytan kesiliverir.
Kim seni haktan, hakikatten soğutursa bil ki Şeytan o adamın içindedir. Derisinin altında gizlenmiştir.

640. Böyle bir adamın içine girip, böyle bir adamın suretine bürünüp seni aldatmazsa hayaline girer de seni o hayalle kötülüğe sevk eder.
Seni gâh gezip eğlenme, gâh dükkân açıp alışveriş etme, gâh ilim öğrenme, gâh ev bark kurup çoluk çocuk sahibi olma hayallerine düşürür.
Kendine gel hemen “Lâhavle” de. Ama sade dille değil; candan gönülden!

Müflis hikâyesinin sonu

Kadı “Müflisliğini ispat et” dedi. Adam, “İşte bütün zindandakiler tanık” deyince.
Kadı “Onlar, senden şikayetçi. Senden kaçıp kurtulmak istiyorlar, senin elinden kan ağlıyorlar.
645. Senden kurtulmak istedikleri için yalan yere şahadette bulunabilirler” dedi.
Mahkemede bulunanların hepsi “Biz onun hem müflisliğine, hem kötülüğüne şahidiz” dediler.
Kadı, o adamı kime sorduysa “Efendim, bu müflisten elini yıka, bundan hayır gelmez” dedi.
Kadı dedi ki: “bu müflis fazlasıyla da dolandırıcı bir adam diye şehri alenen dolaştırın.
Tellallar, yer yer bağırıp onun müflisliğini her tarafta ilân etsinler.

650. Kimse ona veresiye bir şey satmasın, kimse ona bir mangır bile borç vermesin.
Birisi hilesine uğrar da o yüzden davaya kalkışırsa artık onu hapse atmam.
Çünkü iflası bence sabit olmuştur. Elinde ne parası var, ne pulu!” dedi.
Ademoğlu da iflası sabit oluncaya kadar bu dünya hapishanesinde kalır.
Tanrımız da İblisinin müflisliğini Kuran’la bize bildirmiş, her tarafa yaymıştır.

655. O hilekâr, müflis ve kötü sözlüdür. Onunla hiçbir suretle ortak olma, oyuna girişme.
Alışverişe girişirsen kâr edemezsin, çünkü o müflistir, ondan nasıl olur da bir şey elde edebilirsin? diye anlatmıştır.
İş bu dereceye gelince odun satan bir Kürdün devesini getirdiler.
Zavallı Kürt, hayli feryat etti, hatta memura para verdi, fakat kâr etmedi.
Devesini sabah çağından akşama kadar aldılar. Feryat ve figanına aldırış etmediler.

660. O müthiş kıtlığı deveye bindirdiler. Deve sahibi de devenin ardından gitmekteydi.
Taraf, taraf, yer, yer gezdirip bütün halka teşhir ettiler.
Her hamamın, her çarşının önünde biriken halk ona bakıyordu.
Türk, Kürt, Rum, Arap ve sair milletlerden sesi gür olan tellallar da kendi dillerince,
“Bu müflistir, hiçbir şeyi yoktur. Ona hiçbir kimse bir pul bile ödünç vermesin.

665. Zahiren, bâtınen bir habbesi bile yok. Müflisin biri, kalpın biri, kötü adamın biridir; bir hile, hud’a kabıdır.
Kendinize gelin, aklınızı başınıza alın, onunla arkadaşlık etmeyin. Size satmak için bir öküz bile getirse mutlaka çalmıştır, öküzü hemen tutup bağlayın.
Eğer aldanır da bu herifi davaya kalkışırsanız ben bu ölü herifi zindana atmam.
Bu herif, tatlı sözlüdür, boğazı da pek boldur. Üstündeki libas yenidir ama içindekiler paramparça.
Hile için o elbiseyi giyerse bilin ki kendisinin değildir, halkı aldatmak için giymiştir” diye bağırıyorlardı.

670. Ey temiz kalpli, hakîm olmayan kişinin dilindeki hikmet sözünü de iğreti elbise bil!
Hırsız, bir güzel elbise giyse bile o eli kesik, senin elini nasıl tutar, sana nasıl yardım edebilir?
Akşam vakti müflis deveden inince Kürt dedi ki: “Evim uzak, vakit de geç.
Kuşluk çağından beri deveye bindin. Arpadan vazgeçtim, hiç olmazsa bir avuçtan az bile olsa biraz saman ver!”
Müflis “Şimdiye kadar niçin gezip dolaştık? Aklın nerede? Hiç anlamadın mı?

675. Müflis olduğuma dair davul çaldılar, sesi yedinci kat göğe kadar vardı; duymadın mı?
Kulağın galiba ham tamahla dolu. Tamah insanı sağır ve kör eder.
Bu sözleri kerpice, taşa kadar her şey işitti. “Bu kaltaban müflistir, müflis” diye bağırıp durdular.” dedi.
Bu sözü akşama kadar söylediler de devecinin kulağı tamahla dolu olduğundan duymadı.
Kulakta, gözde Tanrı mührü var; işitmiyor,duymuyor.
Yoksa hicaplarda nice suretler var, sesler var!

680. Tanrı güzellikten, kemalden, cilveden hangisini isterse göze onu gösterir;
Güzel sesten, müjdelerden, coşkun ve neşeli sözlerden hangisini dilerse kulağa onu duyurur.
Sen şimdi, ondan gaflettesin ama ihtiyaç vaktinde Tanrı onu izhar eder.
Peygamber “Kadri yüce Tanrı, her derde bir derman yarattı” demiştir.
Fakat sen, onun fermanı olmadıkça o dermandan derdine yarayacak bir renk göremez, bir koku duyamazsın.

685. Ey çarelere başvuran, ölünün gözü nasıl cana bakarsa sen de gözünü Lâmekân âlemine çevir, aklını başına al.
Varlık âlemi çarelerle doludur da Tanrı, bir yere perde çıkmadıkça yine çare yok!
Bu cihan, cihetsiz Lâmekân âleminden meydana gelmiş, bu cihana Lâmekân âleminden bir mekân verilmiştir.
Tanrı’yı candan gönülden istiyorsan varlıktan yokluğa dön.
Bu yokluk, gelir yeridir; ondan kaçınma. Bu varlık da çok olsun az olsun, gider yeridir!

690. Tanrı sanatının tezgâh evi, mademki yokluktur... O halde tezgâh evinin dışında ne varsa değersizdir.
Ey hilim sahibi Tanrı; bize, duyanın insafa gelip kabul edeceği ince sözler hatırlat.
Dua da senden, icabet de. Emniyet de senden korku da.
Yanlış söylediysek düzelt. Ey söz sultanı, düzeltme de senden.
Öyle bir kimyan var ki onu değiştirebilir, kan ırmağıysa Nil haline getirirsin.

695. Bu çeşit tebdil edişler, senin işin, bu türlü iksirler senin sırlarındır.
Suyu toprağı birbirine kattın; sudan topraktan âdem teninin suretini düzdün.
Sonra onu karıya, dayıya, amcaya, binlerce düşünceye, neşeye ve gama kattın.
Daha sonra da bazılarına hürlük verdin; bu gamdan, bu neşeden kurtardın:
Kendisinden, soyundan hâlâs etti, her güzeli, gözüne çirkin gösterdin.

700. Böyle adam, his alemine mensup ne varsa reddeder, görünmeyene dayanır.