Sayfa başı
Rahman ve Rahim Allah adıyla
Yıldızların nuru olan Şah Hüsameddin, beşinci cildin başlamasını istiyor...
Ey Tanrı ışığı cömert Hüsameddin, beşeri bulantılardan durulanların üstatlarına üstatsın sen!
Halk perde ardında olmasaydı, halkın gözleri açık olsaydı ve havsalalar dar ve zayıf bulunmasaydı.
Seni övmeye manevi bir tarzda girişir, bu sözlerden başka sözler söyleyecek bir dudak açardım.
5 Fakat Doğan kuşunun lokmasını yont kuşu yutamaz. Çaresi, suyla yağı birbirine katmaktan ibaret.
Seni bu zindan aleminde yaşayanlara övmek lüzumsuzdur. Senin vasfını ancak ruhanilerin topluluğunda söyleyebilirim.
Alem ehline seni anlatmak zararlıdır. Seni, aşk sırrı gibi gizlemekteyim.
Övmek tarif etmek perdeyi yırtmaktır. Halbuki güneşin anlatılmaya da ihtiyacı yok, tarife de.
Güneşi öven kendini över, iki gözüm de aydındır, çapaklı değil, ağrımıyor demek ister.
10 Alemdeki güneşi yermek, iki gözüm de kör, karanlık ve çipil diye kendini yermektir.
Alemde muradına ermiş güneşe haset eden kişiyi bağışla sen.
Bir adam güneşi örtebilir, gözlerden gizleyebilir mi? Onun tazeliğini pörsütür onu soldurabilir mi?
Yahut haddi sonu olmayan nurunu eksiltebilir mi?
Yahut da onu mertebesinden indirebilir mi?
Ululara haset edene o haset ebedi bir ölümdür.
15 Senin kadrin, rütbense akılların anlayacağı dereceyi çoktan geçti. Akıl, seni anlatmada şaşırdı, aciz kaldı.
Gerçi bu akıl, anlatmada aciz oldu ama yine de acizcesine anlatması gerek.
Çünkü hepsi anlaşılmayan bir şey bilin ki atılıvermez.
Bulutunun tufanını içemezsen su içmeyi nasıl terk edersin?
Sırrı atıp ortaya koyamazsan kabuklarını anlat, onunla anlayışları tazele!
20 Sözler sana göre kabuklardan ibarettir ama başka anlayışlara göre tamamıyla içtir.
Gök arşa göre aşağıdadır ama bu bir yığın toprağa göre pek yücedir.
Seni kaybettiklerinden, fırsatı kaçırdıklarından dolayı hasrete düşmeden ben onlara seni öveyim de yol bulsunlar.
Sen Tanrı nurusun. Canı, Tanrı’ya kuvvetle çeker durursun. Halksa vehim ve şüphe karanlıklarındadır.
Bu güzelim nurun, şu gözsüzlere sürme çekmesi için şart, o nuru ululamaktır.
25 Delik kulaklı istidat sahibi, nuru bulur. Çünkü o fare gibi karanlığa aşık değildir.
Geceleri dönüp dolaşan çipiller, nasıl olur da iman meşalesini tavaf edebilirler?
Müşkül ve ince nükteler din nuruna ulaşmamış, karanlıkta kalmış kişilere, tabii bir bağdır.
Böyle adam kendi hünerini örmek, bezemek için güneşe göz açamaz.
Hurma gibi göklere dal budak salamaz da köstebek gibi yeri delik deşik eder.
30 İnsan için, iç sıkıcı dört şey vardır; bu dört şey aklın çarmıhı kesilmiştir.
“Dört kuş al, onları yanına topla” ayetinin tefsiri”
Ey idraki güneşe benzeyen, sen vaktin Halil’isin. Bu yol kesen dört kuşu öldür!
Çünkü bunların her biri de karga gibi akıllıların akıl gözlerini oyar, çıkarır.
Tene ait dört huy, Halil’in kuşlarına benzer. Onları kesmek cana yol açar.
Ey Halil, iyiden kötüden kurtulmak için kes onların başlarını da ayaklar setten kurtulsun.
35 Kül, sensin, hepsi de senin cüzülerindir. Çöz ayaklarını, onların ayakları senin ayakların demektir.
Alem, senin yüzünden ruhların uçtuğu, toplandığı bir yer haline gelir; bir atlı, yüzlerce orduya dayanç olur.
Çünkü bu ten dört huyun durağıdır, o huyların adları, dört fitneci kuştur.
Halkın ebedi olarak diriliğini istersen bu dört şom ve kötü kuşun başlarını kes.
Sonra da onları bir başka çeşit dirilt de artık onlardan bir zarar gelmesin.
40 Dört yol kesen manevi kuş, halkın gönlünü yurt edinmiştir.
Bütün gönüllere emir olursan, ey kişi, bu zamanda Tanrı halifesi sensin.
Bu dört diri kuşun kes başlarını da ebedi olmayan halkı ebedileştir!
Bu kuşlar, kaz, tavus, kuzgun ve horozdur. Bunların içlerdeki benzerleri de dört huydur.
Kaz hırstır, horoz şehvet. Makam tavusa benzer, kuzgun dileğe.
45 Kuzgunun dileği, ebedi olmak, yahut uzun bir ömre kavuşmaktır, bunu umar durur.
Hırs kazı, kuru yaş ne bulursa yere gömer.
Bir an bile kursağı durmaz Tanrı buyruğundan yalnız “Yeyin” hükmünü duymuştur.
Yağmacıya benzer, evini kazar, çabuk çabuk dağarcığını doldurmaya bakar.
İyi kötü ne olursa dağarcığına tıkar. İnci tanelerini de oraya tıkıştırır, nohut tanelerini de.
50 Başka bir düşman gelip de çuvalına kuru yaş, ne bulursa doldurmasın der.
Vakit dardır, fırsat geçmekte. O da bundan korkarak durmaksızın eline ne geçerse çabucak koltuklar.
Başka bir düşman getirmez diye efendisine güveni yoktur.
Fakat iman sahibi o yaşayışa güvenir, bu yüzden de yavaş yavaş, durup dinlenerek yağma eder.
Padişahın düşmanı nasıl kahrettiğini bilir. Bu yüzden fırsatı kaçırmayacağına da emindir, düşmanın gelmeyeceğine de inanmıştır.
55 Başka kapı yoldaşlarının ona çullanmayacağını, onun derip devşirdiğini kapışmayacaklarını bilir, emindir.
Padişahın adaletini bilir, kulların nasıl zaptettiğini , kimsenin kimseye nasıl sitemde bulunmadığını görmüştür.
Hasılı acele etmez, sakindir, nasibini kaçırmayacağına emindir.
Bu yüzden sabreder gözü toktur, eline geçeni başkalarına ihsan eder, yeni yakası temizdir.
Çünkü yavaşlık Tanrı ışığıdır. O çabukluksa şeytanın dürtmesinden meydana gelir.
60 Zira Şeytan onu yoksulluklarla korkutur, sabır beygirini sinirlenip öldürür.
Kur’an dan duy, Şeytan, seni şiddetli yoksullukla tehdit eder ürkütür.
Bu suretle sen de ona uyar, aceleyle pis şeyleri yer, pis yerleri elde edersin. Ne adamlığın kalır, ne sabrın, ne sevap düşüncen!
Hasılı kafir yedi karınla yemek yer, dini ve gönlü arıktır ama karnı büyük!
Tanrı Rahmet etsin, Mustafa’nın şu “Kafir yedi barsakla yemek yer, inanan bir barsakla” hadisini söylemesindeki sebep
Kafirler, Peygambere konuk oldular. Akşam vakti mescide geldiler.
65 Ey bütün dünyadakileri yurdunda konaklayan, ey padişah, biz sana konuk geldik.
Azığımız yok uzaktan gelmişiz. Hemencecik başımıza rahmet ve nur saç dediler.
Peygamber, sahabeye, dostlarım, dedi. Bunları paylaşın. Çünkü siz benimle benim huyumla dolusunuz.
Her askerin bedeni padişahla doludur. Padişahın mevki ve rütbesine düşman olanlara bu yüzden kılıç vururlar.
Sen padişahın kızgınlığı ile kılıç sallarsın, yoksa kardeşlere niye kızasın ki?
70 Bir kardeşe, padişahın kızgınlığının aksiyle suçsuz olarak on batmanlık gürzü vuruyorsun.
Padişah bir candır ama ordu onunla doludur. Ruh su gibidir, bu bedenler ırmağa benzerler.
Padişahın can suyu tatlıysa bütün ırmaklar tatlı suyla dolar.
Çünkü halk, padişahlarının dinindedir, o “abese” suresinin padişahı böyle buyurmuştur.
Her dost bir konuk seçti, konukların arasında pek iri ve misli görülmemiş biri vardı.
75 Öyle iriydi ki kimse onu götürmeye cesaret edemedi. Kadehteki posa ve tortu gibi o da mescitte kalakaldı.
O herkesten arda kalınca Mustafa, alıp götürdü. Sürüde yedi tane süt verir keçi vardı.
Keçiler yemek zamanı, sağılmak üzere eve gelmişlerdi. O kıtlık babası Oğuz oğlu Uc, ekmeği de yedi, yemeği de. O yedi keçinin
sütünü de sildi süpürdü.
Ev halkı, hep o keçilerin sütünü umuyordu. Bu yüzden hepsi de kızdılar.
80 O bedavacı herif, midesini davula çevirdi, yalnız başına on sekiz adamın yiyeceğini yedi bitirdi.
Yatacağı zaman odaya girdi. Halayık da kızgınlıkla kapıyı kapadı.
Dışarıdan zincirini sürdü, bağladı. Ona pek kızmış ondan pek dertlenmişti.
Kafirin gece yarısı, yahut sabah vakti aptesi geldi, karnı guruldamaya başladı.
Yatağından kalkıp kapıya koştu, elini atınca kapıyı kapalı buldu.
85 O hileci herif kapıyı açmak için türlü türlü hilelere başvurduysa da kapıyı açamadı.
İyice sıkıştı oda dardı. Şaşırıp kaldı, ne bir derman bulabildi ne bir hile.
Nihayet bir hileye başvurdu, uyumaya bu buruntuyu geçiştirmeye savaştı. Uyudu da. Rüyada kendisini bir viranede gördü.
Hatırında virane vardı ondan dolayı da rüyada onu gördü.
Kendisini tenha bir viranede görünce aptes bozmaya zaten ihtiyacı vardı, hemen işini beceriverdi.
90 Uyanınca bir de baktı ki yatak pislik içinde. Derdinden deliye döndü.
Bu çeşit rezillik toprakla bile örtülemez diye içinden yüzlerce defa coştu, köpürdü.
Uykum uyanıklığımdan beter. Burada yiyor orada pisliyorum dedi.
Kafir, mezarın dibinde nasıl bağırırsa o da öylece keşke geberseydim demeye koyuldu.
Bu gece bir geçse de kapının açılmasını duysam diye beklemeye başladı.
95 Ok yayadan fırlar gibi kimsecikler görmeden kaçmayı kurmaktaydı.
Hikaye uzundur kısa kesiyorum. Nihayet kapı açıldı, o da dertten gamdan kurtuldu.
Mustafa aleyhisselam’ın, oda kapısını açması ve konuğun, onu görüp utanmaması, dilediği gibi dışarı çıkması için
kendisini gizlemesi
Mustafa sabahleyin gelip kapıyı açtı. Sabah o yolunu sapıtmış kişiye yol gösterdi.
Mustafa , o belalara uğrayan utanmasın diye gizlendi.
Kapıyı açanı görmesinde serbestçe dışarı çıksın diyordu.
100 Ya bir şeyin ardında gizlendi, yahut da Tanrı eteği Mustafa’yı ondan gizledi.
Tanrı boyası, bazen örter, neliksiz niteliksiz Tanrı perdesini, bakanın önüne örüverir.
Bu suretle düşmanını kendi yanındayken bile göstermez. Tanrı kudreti, bundan da artık, bundan da üstün.
Mustafa onun geceki halini görüyordu. Fakat Tanrı fermanı,
Ona hatasını bildirmeden bir yol açmasına, o kötülükle bir kuyuya düşmesine mani olmaktaydı.
105 Tanrı hikmeti ve gökten inen emir, onun kendisini o halde görmesini istemekteydi.
Nice düşmanlıklar vardır ki dostluğa çıkar. Nice yıkılmalar vardır ki yapılmaya döner.
Bir herzevekil, o pis yatağı, inadına Peygamberin yanına getirdi.
Ve gör hele, konuğun bu işi işlemiş dedi. Alemlere rahmet olan Mustafa, bir güldü.
Getir o ibriği dedi, hepsini kendi elimle yıkayayım dedi.
110 Herkes “Tanrı hakki için yapma, canımız da sana kurban olsun, tenimiz de.
Sen bırak bu pisliği biz yıkayalım. Bu iş, el işidir, gönül işi değil.
Ey hakkında “Le amruka-ömrün için” diye Tanrı’nın and içtiği zat, Tanrı sana ömür dedi. Seni halife yaptı, kürsüye oturttu.
Biz sana hizmet için yaşıyoruz, sen hizmet etmeye kalkışırsan biz ne oluruz? “ dedi.
Peygamber dedi ki: “Ben de biliyorum, fakat şimdi bunu ben yıkayacağım. Bunu bizzat yıkamamda bir hikmet var.”
115 Bu söz Peygamber sözü diye hepsi sustular, bu sır nedir, hele bir çıksın diye beklemeye koyuldular.
Peygamber o pisliği, bilhassa Tanrı buyruğu ile adamakıllı yıkamakta idi, riya ile değil.
Çünkü, gönlü bunu sen yıka bunda kat kat hikmetler var diyordu.
Mustafa, onun pis yatağını eliyle yıkarken o konuğun geri dönmesi, utanıp elbisesini yırtarak kendisine ve haline
ağlamaya başlaması ve bunun sebebi
O kafirciğin bir armağan heykeli vardı. Onu kaybolmuş görünce kararı kalmadı.
Dedi ki gece kaldığım odadadır haberim olmadan orada bıraktım.
120 Utanıyordu ama hırsı da onu, o yana çekiyordu. Hırs ejderhadır küçücük bir şey değil.
Heykelin ardına düşüp koşa koşa geldi, onu Mustafa’nın odasında gördü.
Gördü ama Tanrı eli bizzat o pisliği yıkamaktaydı, kötü gözler ondan ırak olsun; kafir bunu da gördü.
Gördü de heykeli hatırından çıktı. Onda bir coşkunluktur baş gösterdi, yakasını yırttı.
İki elini yüzüne, başına vuruyor, kafasını duvara kapıya çarpıyordu.
125 Bir halde ki burnundan, başından kanlar revan olmaya başladı. O ulu Peygamber, ona acıdı.
Naralar atıyordu. Halk başına toplanınca, Ey halk sakının diyordu.
Ey akılsız kafa diye başına vuruyor, ey nursuz göğüs diye göğsünü dövüyordu.
Ey yeryüzünün küllü, senden şu aşağılık cüz-ü, utanmaktadır diye secde ediyor;
Sen küllü olduğun halde O’nun emrine baş eğiyorsun da ben cüzü olduğum halde zulmediyor kötülükte bulunuyor, azıyorum;
130 Sen kül iken Tanrı’ya karşı hor hakir oluyor, O’ndan titriyorsun da ben cüzü iken O’na aykırı hareket ediyorum diyor:
Her an yüzünü göğe kaldırıp Ey cihanın kıblesi, yüzüm yok diye feryat ediyordu.
Hadden artık titreyip çarpınınca Mustafa, onu kucakladı.
Yatıştırdı pek iltifat etti, gözlerini açtı, ona kendini tanıttı.
Bulut ağlamadıkça yeşillik nasıl güler? Çocuk ağlamadıkça süt nasıl coşar?
135 Bir günlük çocuk bile yolu bilir. Ağlayayım da esirgeyen dadı gelip yetişsin der.
Sen bilmiyorsun; dadılar dadısı da sen ağlamadıkça bedavaca sütü az verir.
Kulak ver, “Çok ağlayın” dedi. Ağlayın da yaratıcı Tanrı’nın ihsan sütü aksın.
Dünyanın direği bulutun ağlamasıdır, güneşin yakması. Sen bu iki ipe iyi sarıl.
Güneşin hararetiyle bulutun gözyaşı olmasaydı beden ve araz, nasıl olur da semirir, gelişirdi?
140 Bu hararetle bu ağlayış, temel olmasaydı şu dört mevsim nasıl mamur olurdu?
Güneşin hararetiyle alem bulutunun ağlaması, nasıl cihanın ağzının tadını getiriyor, nasıl alemi hoş bir hale sokuyorsa,
Sen de akıl güneşini yak, gözünü göz yaşları saçan bir bulut haline getir.
Küçük çocuk gibi sana da ağlayan bir göz gerek. O ekmeği az ye ekmek senin şerefini giderdi.
Ten, gece gündüz onunla gelişir, yapraklanırsa can dalı, yapraklarını döker, güz mevsimine düşer.
145 Beden azığı, derhal canın azıksız kalmasıyla neticelenir. Bunu azaltmak onu çoğaltmak gerek.
“Tanrı’ya borç verin.” Sen de bu ten ağzından borç ver de karşılığında gönlünde yeşillikler bitsin.
Borç ver de bu ten lokmasını azalt, bu suretle de “Gözlerin görmediği” yüz görünsün.
Ten kendisini pislikten arıtırsa ululuk misk ve incileriyle dolar.
Böyle adam şu pislikten kurtulur, temizliğe ulaşır, bedeni, “Tanrı sizi, kirlerden temizlemeyi diler” sırrına ulaşır.
150 Fakat Şeytan, “Sakın sakın bundan pişman olur hüzne düşersin.
Bedeninden bu hevesleri giderir, bunları eritirsen çok pişman olur derde düşersin.
Şunu ye hararet verir, mizaca devadır; şunu da faydalanmak için iç, ilaçtır.
Hem de şu niyete düş. Bu beden binektir, neye alıştıysa vermek, daha doğru bir iştir.
Sakın açlığa alışma; sıhhatin bozulur, beyninde, kalbinde yüzlerce illet meydana gelir” der.
155 O alçak Şeytan, bu çeşit tehditlerle gelir, halka yüzlerce afsun okur.
Kendisini tedavi eden Calinos gösterir. Bunu da senin hasta gönlünü aldatmak için yapar.
“Bu sana dertten, gamdan kurtulmak için bir ilaçtır” der. Adem’e de buğday için böyle demişti ya!
Heyheylerle, heyhatlarla gelir, dudaklarını, azgın atın, nallanırken kıstırdıkları iki, tahta parçası ile kıstırır.
Aşağılık taş lal göstermek için at nallanırken dudaklarını kıstırdıkları gibi senin dudaklarını da kıstırıp,
160 Atın kulağından tutar gibi kulaklarını tutup seni hırs ve kazanca çeker.
Şüphe etme ki ayağına nalı vurur, sende onun derdi ile yoldan kala kalırsın.
Onun nalı seni iki iş arasında tereddüde düşürmektir. Bunu mu yapayım dersin, onu mu? Aklını başına alda kendine gel.
Peygamber’in seçtiği işi yap, deliyle çocuğun yaptığını yapma.
“Cennet çevrilmiştir.” Neyle çevrilmiştir? “İnsanın istemediği, hoşlanmadığı şeylerle.” Çünkü, ekin bunlarla çoğalır, gelişir.
165 Şeytan’ın hileyle, zeyreklikle yüzlerce afsunu vardır. Ejderha bile olsa adamı sepete kor.
İnsan akar su olsa bağlar, zamanın en akıllı, en bilgin adamı olsa onu yanıltır, güler.
Aklı bir dostun aklına dost et de “Onların işi danışmakladır” ayetini oku ona göre iş yap!
Mustafa aleyhisselam’ın, O utangaçlık ve nedametle ağlayıp inliyen, ümitsizlik ateşiyle yanıp kavrulan konuk
arabı yatıştırıp ona iltifatta bulunması
Bu sözün sonu yoktur. Arap o padişahın lütfuna şaşırıp kaldı.
Deli oluyordu aklı kaçayazdı. Mustafa’nın akıl eli onu geri çekti.
170 Bu yana gel dedi, bir kişi ağır bir uykudan nasıl uyanırsa uyandı. O tarafa geldi.
Mustafa bu yana gel, bu işi yapma, kendine gel. Bu yanda sana bir çok işler var dedi.
Yüzüne su serpti, ey Tanrı şehidi, dedi, dile gel şahadet getir.
Ben de şehit olayım da dışarı çıkayım. O uçsuz bucaksız çölde bulundukça canımdan beziyorum.
Biz takdir kadısının şu dehlizinde Bela ve Elest davalarını görmek için duruyoruz.
175 Biz bela dedik sınama yönünden işimiz ve sözümüz, bunu görmek, bunu bildirmekten ibarettir.
Neden kadı’nın dehlizinde durmaktayız? Biz şahit olmak için gelmedik mi?
Ey şahit niceye bir kadı’nın dehlizinde hapis olacaksın? O şahadeti ver de kurtul!
Seni buraya şunun için çağırdılar ki inat etmiyesin, o şahadette bulunasın.
Halbuki sen, inadından şu daracık yerde oturmuş, elini bağlamış, dudağını yummuşsun.
180 Ey tanık, sen bu şahadette bulunmadıkça şu dehlizden nasıl kurtulabilirsin?
İş bir anda biter, yap, bitir. Kısa işi kendine uzatma.
İster yüzyılda ister bir anda olsun; şu emaneti ver de kurtul!
Dışta olan namaz, oruç ve sair ibadetler, içteki nura tanıktır.
Bu namaz, oruç ve savaş da inanışa tanıktır.
Bu zekat, hediye, bu hasedi bırakma da kendi sırrından haber vermedir.
185 İhsanda bulunmak doyurmak, konuk davet etmek, ey ulular, biz sizinleyiz, size doğru bir özle inandık demektir.
Hediyeler armağanlar, sunulan şeyler, ben seninleyim; seni seviyorum diye tanıklıktan ibarettir.
Kimi bir mal veya afsun için çalışır, uğraşırsa bu ne demektir? İçimde bir gevherim var demektir;
Tanrı’dan çekinmemden, yahut cömertliğimden bir gevherim var ki bu zekatla oruç ikisine de şahittir.
Oruç der ki: Bu helalden çekindi, bil ki harama ulaşmasına artık imkan yok.
190 Zekat der ki: Kendi malını bile veriyor, artık, kendisiyle aynı dinde aynı yolda olandan nasıl çalar?
Fakat bu işleri riya ve tezvirle yaparsa o iki tanık, Tanrı’nın adalet mahkemesine kabul edilmez.
Avcı tane saçar ama acımasından değil, avlanmak için.
Kedi de oruç ayında oruç tutar ama kendisini av avlamak için uyur gösterir.
Bu eğrilikten yüzlerce kavim, kötü sanılmıştır. Bu kötü kişi, cömert kişilerle oruç tutanların adını da kötüye çıkarmıştır.
195 Fakat Tanrı’nın lütuf ve ihsanı, o eğri işlerle bulunmakla beraber nihayet onu, hepsinden de arıtır.
Rahmeti o kötülüğü aşmış, ayın on dördüne bile vermediği ışığı vermiştir.
Tanrı onun çalışmasını bu kötülükle karışmadan yıkar; rahmeti, onu bu hatadan arıtır.
Bu suretle de Tanrı’nın yarlıgayıcılığı meydana çıkar; bu miğfer, kulun kelliğini örter.
Yağmur pis şeyleri arıtmak için gökten yağar.
Suyun bütün pislikleri temizlemesi, ulu Tanrı’nın da suyu pislikten arıtması, hasılı ulu Tanrı’nın kötülüklerden arı,
noksanlardan münezzeh oluşu
200 Su durdu mu pislenir. Pislenince de duygu ondan iğrenir, onu istemez.
Tanrı yine onu doğruluk denizine götürür. O suların suyu kereminden onu yıkar, arıtır.
Ertesi yıl eteğini sürüyerek gelir. Hey, neredesin? Dense “Hoşlar denizindeyim.
Ben burada pislendim, gittim. Temiz geldim. Elbiseler giyindim, toprağa ulaştım.
Ey kirliler, pisler, bana gelin. Çünkü, ben Tanrı huyu ile huylandım.
205 Bütün kirliliğinizi kabul ederim, melek gibi, şeytana bile temizlik bağışlarım.
Pislenince yine oraya giderim, temizliklerin aslının aslına varırım.
Kirli hırkamı orada başımdan çıkarırım, o, yine bana temiz bir elbise verir.
Onun işi budur, benim işim de bu. Alemlerin Rabbi, alemi bezer süsler” der.
Bizim bu pisliklerimiz olmasaydı suya bu icazetname nereden verilirdi?
210 Su, birisinden altın keseleri çalmış, nerede bir müflis diye her tarafa koşan birine benzer.
Yahut bitmiş otlara dökülür; yahut bir yüzü yunmamışın yüzünü yıkar.
Yahut da denizlerde elsiz ayaksız gemiyi hamal gibi başında taşır.
Onda yüz binlerce ilaç gizli. Çünkü her ilaç olduğu gibi ondan yetişir gelişir.
Her incinin canı, her tanenin gönlü, bir eczane gibi olan suda yürür durur.
215 Yeryüzü yetimlerini o besler, kuruyup kalmış kişileri o yürütür.
Fakat mayası bitti mi bunalır, yeryüzünde bizim gibi şaşırır kalır.
Suyun bulandıktan sonra ulu Tanrı’dan yardım dilemesi
İçten feryada başlar; Yarabbi, bana ne verdiysen verdim, yoksul kaldım.
Sermayemi temize pise döktüm sarf ettim. Ey sermaye veren, daha yok mu?
Tanrı buluta onu iyi bir yere götür der. Güneşe de ey güneş der onu yukarıya çek!
220 Onu türlü türlü yollara sürer, nihayet ucu bucağı olmayan denize ulaştırır.
Bu sudan maksat velilerin canıdır. O can, sizin kirliliklerinizi iyiden iyiye yıkar, arıtır.
Yeryüzündekilerin hıyanetliklerinden bunaldı mı yine arşa, temizlik bağışlayana gider.
Yine o taraftan eteğini çeke çeke gelir, o okyanusun temizliklerinden yeryüzündekilere ders vermeye koşar.
Halkla karışmadan yoruldu mu o sefer “ey Bilal, sesinle bize bir huzur ver, bir istirahat ver.”
225 Ey güzel sesli Bilal ezan okunan yere çık, göç davulunu çal der.
Can sefere gitti beden kıyamda. Bu yüzden namaz bitince selam verilir işte.
Herkesi teyemmüm kurtarır, kıble arayanları aramaktan vaz geçirir, kıbleyi gösterir.
Bu misal getirme söz arasında bir vasıtadır. Herkesin anlaması için vasıta şarttır.
Bir delile bağlanmadan kurtulmuş olan semenderden başka kim, vasıtasız ateşe girebilir?
230 Tabiatını ateşle hoş bir hale getirmen için vasıtan hamamdır.
Halil gibi ateşe giremeyeceğinden hamam sana elçi oldu, su da delil.
Doymak Tanrıdandır ama tabiat ehli, ekmeksiz nasıl olur da doyar?
Lütuf Tanrıdandır ama ten ehli, çayırlık çimenlik perdesi olmaksızın o lütfu bulamaz.
Fakat perdesiz bir halde ten vasıtası kalmayınca insan, Musa gibi ayın nurunu yeninden yakasından görür, bulur.
235 Bu hünerler de, suyun gönlünün Tanrı lütfu ile dopdolu olduğuna tanıktır.
Dışarıdan görünen iş ve sözün içe ve içteki nura tanıklığı
İş ve söz, için tanıklarıdır. Bu ikisine bak da için nasıl anla.
Sırrın, onun içine giremiyorsa hastanın sidiğine bak.
İşle söz, hastaların sidiğine benzer, beden doktoruna bu bir delildir.
Halbuki ruh doktoru, canına girer de can yolundan imanına kadar varır.
240 Onların güzel söze, güzel işe ihtiyaçları yoktur. Sakının onlardan, onlar kalplerin casusudurlar.
Bu söz ve iş tanıklarını, dere gibi henüz ulaşmamışlarda ara!
Nurlu adamın nuru, o bir iş yapmadan bir söz söylemeden de içinden o nura tanıklık verir. “Arifin sırrı, sözüyle ve
işiyle meydana çıkmaktan ziyade hiçbir söz söylemeden ve hiçbir iş yapmadan halka görünür meydana çıkar.
Nitekim güneş doğup yükselince horoz sesine, müezzinin haber vermesine ve diğer alametlere hacet yoktur, bir
iş ve söz olmasa da güneşin nur güneşe tanıklık verir.”
Fakat haddi aşan yolcunun nuru ile çöller, ovalar dolmuştur.
Güzelliğe görülmeye ehemmiyet bile vermez, tekellüflere, canla, başla oynamaya, cömertliklerde bulunmaya aldırış bile etmez.
O incinin nuru dışa vurdu mu artık, o, bu zahitliklerden kurtulmuştur.
245 Artık ondan iş ve söz tanığı arama, iki cihan da gül gibi onun yüzünden açılmıştır.
İster söz olsun, ister iş ister başka şey... Bu tanıklık nedir? Gizliyi meydana çıkartmak değil mi?
Maksat cevherin sırrını meydana çıkartmaktır. Vasıf bakidir, bu arazsa geçici.
Altının mihenkte bıraktığı iz kalmaz, fakat şüphe yok ki altın, adı iyi olarak kalır.
Bu namaz, bu savaş ve bu oruç da kalmaz. Fakat can, iyi adla iyi sanla kalır.
250 Can böyle işler, böyle sözler gösterdi de cevherini, buyruk mihengine sürdü;
İnanışım doğrudur. İşte tanığım da buracıkta dedi. Fakat tanıklar şüphelidir.
Bil ki tanıkları tezkiye lazımdır: Senin davanı kabul etmek, tezkiyeye bağlıdır.
Sözü doğru söylemek, söze ait tanıktadır, ahdi korumak da işe ait tanıkta.
Söz tanığı eğri söylerse reddedilir, iş tanığı da eğri yürür, koşarsa yine reddedilir.
255 Sözde ve işte bir ayrılık olmamalı ki bu tanıklar kabul edilsin.
“Çalışmanız ayrı ayrı; aykırılıklar içindesiniz” Gündüz dikiyorsunuz gece söküyorsunuz!
Peki sözleri birbirine uymayan şahidi kim dinler? Meğer ki Tanrı kendi lütfu ile bir hilim göstere.
Söz ve iş, içtekini, sırrı meydana vurmaktadır. Her ikisi, gizli sırrı meydana çıkarır.
Tanığın tezkiye edildi mi kabul olunur, yoksa yerinde sayar emekler durur.
260 A inatçı, sen inat ettikçe onlar da ederler. “Sen onları bekleyedur onlar da bekliyorlar!..
Mustafa aleyhisselam’ın konuğuna şahadeti arzetmesi
Bu söze son yoktur, Mustafa, ona iman etmesini söyledi, o da kabul etti.
O kutlu şahadet bağlanmış düğümleri çözdü.
İmana geldi. Mustafa ona dedi ki: Bu gece de bizim konuğumuz ol.
Adam vallahi dedi, ebedi olarak senin konuğunum. Nerede olursam olayım, nereye gidersem gideyim sana misafirim.
265 Beni dirilttin, senin azatlın, senin kapıcınım. Bu alemde senin sofranın başında, o alem de.
Bu seçilmiş sofradan başka bir sofra seçen kişinin boğazını, nihayet kemik yırtar deler.
Kim senin sofrandan başka bir sofraya giderse bil ki Şeytan, onunla bir kâseden yemek yer.
Kim senin komşuluğundan kaçarsa şüphe yok ki Şeytan, ona komşu olur.
Kim sensiz uzak bir yola giderse Şeytan onula yoldaş olur, onunla bir sofraya oturur.
270 Yüce ve güzel bir ata binse aya haset eder; Şeytan da ona arkadaş olur.
Nazlı karısı ondan bir çocuk doğursa Şeytan onun soyundan ona ortak kesilir.
Tanrı Kur’anda “Ey Mümin, Şeytana kafirlerin mallarında, evlatlarında ortak ol” buyurmuştur.
Peygamber bunu Ali’ye değer biçilmez sözleri arasında açıkça söylemiştir.
Konuk dedi ki: “Ey Tanrı elçisi, bulutsuz bir güneş gibi peygamberliği sen tamamladın, apaydın bir hale koydun.
275 Senin bu yaptığını iki yüz ana yapamaz. İsa bile bunu Azer’e yapmadı.
Senin yüzünden canım hemencecik ecelden kurtuldu.
Azer de dirildi ama o anda yine öldü.
Arap o gece Peygambere konuk oldu, bir keçiden sağılan sütün yarısını ancak yiyebildi, ağzını silip çekildi.
Peygamber süt iç, yufka ekmeği ye diye ısrar ettiyse de Vallahi dedi, riyasız doydum.
Bu, ne tekellüf, ne sıkılma, ne de hile. Dün geceden daha ziyade doydum.
280 Bütün ev halkı şaştılar. Bu kandil, şu bir kara zeytin yağı ile nasıl doldu diye hayretlere düştüler.
Bir ebabil kuşunun gıdası, böyle bir fili nasıl doyurdu dediler.
Kadın, erkek, o fil bedenli, bir sineğin yiyeceğini yiyor diye fısıldaşmaya başladılar.
Kafirliğin hırs ve vehmi baş aşağı düştü, ejderha bir karıncanın gıdası ile doydu.
Kafirliğin aç gözlülüğü ondan gitti, iman gıdası onu semirtti geliştirdi.
285 Öküz açlığı illetine tutunan adam, Meryem gibi cennet meyvesini gördü.
Cennet meyvesi, bedenine koştu, ulaştı. Cehennem gibi olan midesi, yatıştı rahatladı.
Ey imandan yalnız bir lafa kanan, ununla kanaat eden kişi, zaten iman yüce bir nimettir, büyük bir gıdadır.
”Şeytanın, benim elimdem müslüman oldu” hadisine göre can gıdası olan nur, ruha eş ve dost olmak için
velilerin cisimlerine gıda olur.
Gerçi ruh gıdası canın ve gözün yediği bir gıdadır; fakat oğul, cismin de ondan nasibi vardır.
Şeytana benzeyen beden, onu yemeseydi Resül benim Şeytanım Müslüman olmuştur buyurmazdı.
290 Ölüyü dirilten o yemekten Şeytan yiyip içmese nasıl olur da Müslüman olur?
Şeytan dünyaya aşıktır. Kördür, sağırdır. Bir aşkı başka bir aşk giderebilir.
Yakıynin gizli evinde yer, içerse yavaş yavaş aşk pılı pırtısını oraya çeker götürür.
Ey karnına haris olan böylece yücel. Bunun yolu, ancak yiyeceğini değiştirmedir.
Ey kalp hastası, ilaca sarıl. Bütün tedbir, mizacı değiştirmeden ibarettir.
295 Ey yemeğe rehin düşüp hapiste kalan, sütten kesilmeye tahammül edersen yakında kurtulursun.
Açlıkta bir çok yemekler var. Onları ara, onları dile ey onlardan nefret eden.
Nurla gıdalan, göze benze. Ey insanların hayırlısı meleklere uy.
Melek gibi Tanrıyı tesbih etmeyi kendine gıda yap da melekler gibi ezadan kurtul.
Cebrail murdar şeylere hiç bakmamakta, onların etrafında dönüp dolaşmamakta. Böyle olduğu halde kuvvet bakımından herkes
den aşağı mıdır ki?
300 Tanrı aleme ne de hoş, ne de güzel bir sofra yaymıştır. Fakat o sofra, aşağılık kişilerin gözlerinden pek gizlidir.
Alem nimetlerle dolu bir bağ olsa fare ve yılan yine toprak yer.
Ten ehlinin ruh gıdasını inkar ederek adi yemeğe titremeleri
İster kış olsun ister bahar, onların gıdası topraktır. Fakat sen varlığın beyisin, nasıl olur da yılan gibi toprak yersin?
Tahtanın içindeki kurt, kimin böyle güzel helvası var der.
Bok böceği, bok içinde yaşar ve alemde pislikten başka bir meze bilmez.
Münacat
305 Ey eşi, benzeri olamayan Tanrı, mademki bu sözü kulağımıza küpe yaptın, ihsanda bulun, bu sözleri bol bol saç!
Kulağımızı tut, bizi o sarhoşların halis şarabını içtikleri meclise çek, oraya götür.
Madem ki bize bundan bir koku duyurdun, ey din Tanrısı o tulumun ağzını kapama.
Ey kendisine sığınılan Tanrı, ey kendisinden imdat istenen Rab, esirgeme, ihsan et de erkek, kadın herkes, senin şarabından
içsin!
Ey duaları duadan önce duyan, muratları istenmeden veren Tanrı, gönüle her an yüzlerce kapı açarsın.
310 Birkaç harftir yazdın. Taşlar bile o harflerin sevgisiyle eridi muma döndü.
Yüzlerce akla, fikre fitne olarak kaş nununu, göz sadını, kulak cimini yazdın.
Akıl o harfler yüzünden ince eleyip sık dokumaya koyuldu. Ey yazısı güzel edip, bunları boz!
Yokluğa, her düşünceye göre an be an güzel bir hayal nakşetme;
Hayal levhine göz, yanak, yüz ve ben gibi görülmemiş harfler yazmaktasın.
Halbuki ben, yokluğa aşığım, vara bakıp sarhoş olmam. Çünkü yokluk sevgilisi, bence daha vefalıdır.
315 Tanrı akıla o şekilleri okuttu, bu suretle onun tedbirlerden vazgeçip Tanrısını dilemesini diledi.
Levhi mahfuz ve herkesin, günlük nasibi ne kadarsa o levihten o kadarına akıl erdirmesi, Cebrail aleyhisselam’ın
her gün o levihten bir şey anlamasına benzer
Akıl, her sabah melek gibi o Levhi Mahfuz’dan bir ders alır.
Yokluğu parmaksız olarak yazılmış yazılara bak; dünyaya dalanlar, o yazıların karartısına şaşırıp kalmışlar.
Herkes bir hayale kapılmış, bir bucağı eşmede. Biri bir define bulmak için bir bucağı kazmada;
320 Biri bir hayal peşine düşmüş, azamet sahibi olduğu halde dağlardaki madenlere yüz çevirmiş;
Öbürü, bir hayale düşmüş, sıkıntılı uğraşmalarla, didişmelerle inci çıkarmak için denize yönelmiş;
Bir başkası papaz olmak için kiliseye kapanmış, bir başkası da hırs içinde ekine tarlaya düşmüş!
O yol kesen, kurtulduğunu hayal etmiş, bu ise hayalince bir hastaya merhem olmuş.
Biri peri çağırmaya koyulmuş, gönlünü aklını kaybetmiş, öbürü, yıldız bilgisine kapılıp nalını yıldızın üstüne koymuş.
325 Bu gidişler, içteki renk renk hayaller yüzünden dışarıda da birbirine aykırı görünür.
Bu ona bakıp ne yapıyor, ne iş işliyor diye hayrette. Bu şaraptan her tadan kişi, öbürünün yaptığını boş bulmada.
O hayaller birbirine aykırı olamasaydı görünen gidişler, nasıl olur da birbirine zıt olur, zıt görünürdü?
Hepsi de can kıblesini kaybetmişlerdir de onun için herkes, bir yana yüz çevirmiştir.
Birbirine aykırı gidişler ve çeşitli didinişler, karanlıkta kıblenin ne tarafta olduğunu arayanların haline ve denizin
dibinde inci arayan dalgıçların durumuna benzer
Nitekim bir bölük halk da kıble nerede diye ararlar, bir hayale kapılıp her yana döner dururlar.
330 Sabah olup ta Kâbe yüz gösterdi mi kimin yol yitirdiği anlaşılır.
Yahut da dalgıçlar gibi hani. Hepsi denize dalar, herkes, denizin dibinde eline ne geçerse aceleyle devşirir.
Değerli inci ümidiyle şunu bunu torbalarına doldururlar.
O koca denizin dibinden çıktılar mı iri değerli inci kimdeyse meydana çıkar.
Öbürünün küçük inci, daha öbürünün de kırık taş parçaları ve boncuk bulduğu anlaşılır.
335 İşte onları uykularından uyaracak olan, kahredici ve kötülükleri açığa vurucu bulunan kıyamette buna benzer.
Her bölük pervaneler gibi alemde bir mumun etrafında dönüp dolaşır.
Kendilerini bir ateşe vururlar ama hakikatte kendi mumlarının çevresinde dolanmaktadırlar.
Alevinden ağacın daha ziyade yeşerdiği bahtı yaver Musa’nın ateşini umarlar.
Her sürü o ateşin ihsanını duymuştur; herkes her kıvılcımı o ateş sanır.
340 Fakat sabah çağı, ebedilik nuru doğdu mu her biri, etrafında döndüğü nurun ne biçim bir mum olduğunu görür.
Kim o zafer mumu ile kanadını yakmış ise o mum, ona seksen tane kanat bağışlar.
Nice pervaneler iki gözlerini yummuşlardır da kötü bir muma atılmışlardır, kanatlarını yakıp onun altına düşe kalmışlardır.
Pişmanlıkla, hararetle çırpınıp dururlar. Gözlerinin bağı olmasına, böylece bir havaya körcesine düşmelerine ah ederler.
Mum da ben yandım, seni yanmadan, cefa ve elemden nasıl kurtarabilirdim? der.
345 Mum da ağlaya ağlaya der ki: Benim bile başım yandı, artık başkasını nasıl aydınlatabilirim?
“Ey hasret, hazır ol o kullara ki” ayetinin tefsiri
O “Senin ahvaline baktım da gururlandım, halini geç gördüm” der.
Mum sönmüş, şarap bitmiş, sevgili de bizim eğri görüşümüzden utanmış, dalgalara batmış, gömülmüştür.
Faydalar, ziyanın ve helakin ta kendisi olmuştur. Artık, körlükten Tanrıya şikayet et dur.
Halbuki ne güzeldir inanılır müslüman, iman sahibi ve ibadet edip duran kardeşlerin ruhları.
350 Herkes bir yana yüz tutmuştur. O azizlerse hiç yanda olmayana yüz çevirmişlerdir.
Her güvercin bir yana uçmuştur, bu güvercinse cihetsizlik tarafına!
Biz ne hava kuşlarıyız, ne ev kuşları. Bizim yemimiz yemsizlik yemidir.
Onun için rızkımız böyle bol bol gelmededir; çünkü, bizim elbise dikmemiz elbiseyi yırtmaktır!
Fereciye önce fereci denmesinin sebebi
Sofinin biri bir iç sıkıntısına uğradı, cüppesinin önünü yırttı, ondan sonra ferahladı.
355 O yırtık cüppeye fereci (ferahlık) adını koydu. Bu lâkap, o kurtulmuş adamdan sonra yayıldı.
Yayıldı ama safını şeyh aldı, götürdü, halka tortudan ibaret olan adı kaldı.
Böylece her şeyin bir saf ve tortusuz tarafı vardır, adını da tortu gibi aleme bırakmıştır.
Kim toprak yemeyi adet edinmişse tortuya yapışmıştır. Sofi ise hemencecik safın bulunduğu tarafa gider.
Elbette tortunun bir safı vardır der ve gönül, bu delaletle saflığa varır, ulaşır.
360 Tortu güçlüktür, safı da kolaylığı. Saf, hurmaya benzer, tortu da hurma çağlasına.
Güçlük kolaylıkla beraberdir, kendine gel, ümidini kesme. Bu ölümden sonra hayata yol var.
Oğul ferahlamak istiyorsan cüppeni yırt da o saflıktan hemencecik baş çıkarsın.
Sofi saflığı dileyen kişidir. Sofilik, sof elbiseyle, terzilikle, yavaş yavaş yürümekle olmaz.
Fakat bu alçak ve aşağılık kişilerce sofuluk, terzilikten ve oğlancılıktan ibarettir.
365 Fakat o saflık, o iyi ad, san hayaliyle bu renge bürünmek de iyidir ama,
O hayalle asla kadar gitmek şartıyla. Kat kat hayale tapanlar gibi değil.
Hayal, seni güzellik otağının çevresine sokulmaktan men eden gayret çavuşudur.
O, her arayanın yolunu, yol yok, diye keser. Onun hayali geldi mi, sana, dur, der.
Ancak kulağı delik ve anlayışlı kişiyi durdurmaz. Çünkü o, Tanrı yardımı askerine sığınmış, o sayede coşup köpürmüştür.
370 O, ne hayallerden ürker, sıçrar, ne de padişahlık taslar. Padişahın nişane olarak verdiği oku gösterir, yoluna gider.
Tanrım, bu şaşkın gönle bir ok bağışla, bu iki kat olmuş yaylara bir ok ver.
Uluların içtikleri o gizli kadehten yeryüzüne bir yudumcuk saçtın.
Güzellerin saçlarında, yüzlerinde o bir yudumcuk şarabın nişanesi var. Padişahlar, bu yüzden topraktan meydana gelen güzelleri
yalar dururlar.
Gece gündüz yüzlerce gönülle o topraktan meydana gelen güzeli öpüp
durman, onda güzelliğin bir zerresi bulunduğundandır.
375 Seni, toprakla karışmış bir yudumcuk güzellik şarabı böyle deli divane ediyor, artık onun safı neler yapmaz?
Herkes bir kerpiç parçasının önünde yenini, yakasını yırtmakta. Halbuki o kerpiç, güzelliğin bir yudumcuğuna, bir zerreciğine
sahip.
Ayda, güneşte, hamel burcunda bir yudumcuk güzellik şarabı var. Arşta kürsüde, zuhal yıldızında bir zerrecik güzellik var.
Ona bir yudum mu dersin, yoksa şaşılacak bir şey bu kimya mı dersin? Ona bir sürtünmekle bu kadar güzellikler meydana
geliyor.
Ey akıllı kişi ona sürtünmeyi can ve gönülden dile. Fakat bu kimyaya “Ancak temiz olanlar dokunabilirler.”
380 Altında, lâ’lde, incilerde o güzellik şarabından bir yudumcuk var; şarapta, mezede, meyvede o şaraptan bir yudumcuk!
Tertemiz güzellerin yüzlerinde de yine bir yudumcuk. Artık onun süzülmüş ve saf olanı nasıldır? Bir düşün!
Bu toprakla karışık bir yudumcuk şarabı yalayıp durmaktasın, onu toprağa karışmamış, saf bir halde görürsen ne hale
geleceksin?
Ölüm zamanında o bir yudumcuk saf şarap, bu toprak bedenden ölümle ayrılmakta.
Geri kalanı hemen görmüyorsun. Böyle çirkin bir beden onunla bak ne hale geliyormuş!
385 Can bunlardan ten olmadan yüz gösterse o vuslattaki letafeti ben anlatamam ki!
Ay, şu bulut olmaksızın ışık salsa onu kimsecikler anlatamaz!
Ne hoştur o tatlılarla, şekerlerle dolu olan mutfak. Şu padişahlar o mutfağı yalayıp dururlar.
Ne güzeldir o din ovasının harmanı. Her harman oradan başak devşirir.
Ne alâdır gamsız, kedersiz ömür denizi. Yedi denizde ondan meydana gelmiş bir çiğ tanesidir.
390 Elest sakisi, şu aşağılık ve çorak yeryüzünde bir yudumcuk saçmıştır da,
Toprak, o sebeple coşmuştur; biz de o yüzden coştuk. Tanrım, pek isteksiz, pek tembel olduk, bir yudumcuk daha saç!
Caizse yokluktan feryat ediyor, yokluğu anlatmaya çalışıyorum. Caiz değilse işte sustum.
Bu, iki kat hırsı anlatmaydı ya... Halil’den öğren o hırs kazını kesmek gerek.
Kazada bundan başka daha bir çok hayır, şer var ama başka sözleri söyleyemem, vakit kalmaz diye ürküyorum.
Tavus kuşunun tabiatı ve İbrahim aleyhisselam’ın onu kesmesindeki sebep
395 Şimdi ad san için cilvelenip duran iki renkli tavusa geldik.
Onun gayreti, sonucundan ve faydasından habersiz bir halde halkı, hayırla şerle avlamaktır.
Tuzak gibi av tutup durur. Tuzağın maksada ait ne bilgisi vardır?
Tuzağın, av tutmaktan ne zararı vardır, ne faydası; onun bu beyhude tutuşuna şaşarım işte ben.
Kardeş, iki yüz güzelle bağdaştın, dost oldun, sonra yine onları terk ettin.
400 Doğduğun günden beri işin bu. Sevgi tuzağıyla adam avlar durursun.
Bu avlamaktan, bu kalabalıktan, bu başlık sevdasından el çek. Hiç bunlarla bir şey ördün, bu yüzden bir şey elde ettin mi?
Ömrünün çoğu geçti, gün akşama yaklaştı. Sense hala adam avlamaya koyulmuşsun.
Onu tut, bunu tuzaktan azat et. Alçaklar gibi bir başkasını avla.
Derken bunu da bırak, başka birini ara... Bu işte tam hiçbir şeyden haberi olmayan çocukların oynadığı bir oyun!
405 Gece gelip çatar, tuzağında bir av bile yok. Tuzak sana, bir baş ağrısından, bir bağdan başka bir şey değil.
Şu halde sen, kendi kendini avladın demektir. Çünkü, hapse düştün, maksada erişemedin, mahrum kaldın.
Hiç alemde bizim gibi kendi kendini avlayan bir ahmak daha var mı?
Aşağılık kişilerin tuzağına domuz tutulur. Sonsuz zahmet, sonra da onu yemek haram.
Avlamaya değen şey ancak aşktır. Fakat oda öyle herkesin tuzağına düşer mi ya?
410 Meğer ki sen gelesin de ona av olasın... Meğer ki sen, tuzağı bırakasın da onun tuzağına gidip düşesin.
Aşk der ki: Ben yavaş yavaş çalışmasaydım; bana avlanmak av tutmadan yeğdir.
Benim hayranım ol da övün. Güneşi bırak da zerre ol!
Kapım da otur. Evsiz barksız kal. Mumluk davasına kalkışma, pervane ol.
Bu suretle dirilik sultanlığını bulur, kullukta gizli olan padişahlığı görürsün.
415 Alemde tersine çakılmış nallar görür, esirlere padişah adı verildiğini duyarsın.
Boğazına ipler takılmış, kendisi dar ağacının tacı olmuştur da kalabalık bir halk güruhu, ona işte padişah derler.
Kafirlerin mezarları gibi dışı süslü, içinde ulu Tanrı’nın kahır ve azabı!
Onlar kabirleri kireçle örmüşler, bezemişler, zan perdesini yüzlerine örtmüşlerdir.
Senin de yoksul tabiatın hünerlerle kireçlenmiş, bezenmiştir ama mumdan yapılan nahle benzer; ne yaprağı vardır, ne meyva
verir!
Tanrının lütfunu ve kahrını herkes bilir, kahrından kaçar lütfuna yapışır ama ulu Tanrı kahırları lütuf içinde,
lütufları da kahır içinde gizlemiştir. Bu tersine çakılmış nal ve Tanrı’nın mekridir. Bu suretle işi ayırt edenler ve
Tanrı’nın nurıyle bakıp görenler, hali görenler ve görünüşe aldananlardan ayrılır. Tanrı “hanginiz daha iyi iş
yapacak diye imtihan eder” buyurmuştur.
420 Bir derviş bir dervişe “Tanrı’yı nasıl gördün, söyle” dedi.
Derviş dedi: Neliksiz, niteliksiz gördüm. Fakat söze getirebilmek için onu kısa bir örnekle anlatayım.
Gördüm ki sol yanında bir ateş, sağ yanında da bir kevser ırmağı vardı.
Solunda cihanı yakıp yandıran müthiş bir ateş, sağında güzelim bir ırmak.
Bir kısım halk o ateşe el atmış, bir kısım halkta o kevsere ulaşacağından neşeli ve sarhoş.
425 Fakat bu, her kötü kişiyle her bahtı yaver olanı şaşırtacak pek aykırı ve acayip bir oyundu.
Kim o ateşe, kıvılcıma atılıyorsa öbür yandaki sudan baş çıkarıyordu.
Kim suya atılıyorsa derhal kendisini ateş içinde buluyordu.
Kim sağ yana gidiyor, o güzelim suya dalıyorsa sol taraftaki ateş içinden baş göstermedeydi.
Sol yandaki ateşe dalansa sağ yandan çıkmaktaydı.
430 Bunun sırrını pek az kişi anlıyor, hasılı o ateşe pek az kişi atlıyordu.
Ancak başına devlet saçısı saçılan, suyu bırakıp ateşe kaçıyordu.
Halk eldeki hazır zevki mabut edinmiştir. Hulâsa halk, bu oyunu kaybetmiş, bu oyunda zarar girmiştir.
Bölük, bölük saf, saf hırslarına uyanlar, ateşten çekinmede, suya kaçmada.
Fakat suya dalan, ateşten baş göstermede. Ey hakikatten haberi olmayan,ibret al, ibret!
435 Ateş, ey bön ahmaklar, ben ateş değilim, makbul bir kaynağım.
A gözsüzler sizin gözünüzü bağlamışlar. Bana gelin, kıvılcımlarımdan kaçmayın.
Ey Halil burada ne kıvılcım vardır, ne duman. Bu görünen şey, ancak Nemrud’un büyüsü, hilesi demekteydi.
Sen de Halil gibi akıllıysan ateş senin soyundur, sen bir pervanesin.
Pervanenin canı keşke binlerce kanadım olsaydı da,
440 Mahrem olmayanların körlüklerine rağmen amansız bir surette ateşlere yansaydı.
Bilgisiz kişi, eşekliğinden bana acır, bense bilgi ve görgü sahibi olduğumdan ona acırım diye bağırıp durur.
Hele şu suların bile canı olan ateş yok mu? Pervanenin işi bizim işimizin aksi.
O nur görür ateşe atılır, gönül de ateş görür, nura dalar.
Ulu Tanrı’nın, Halil evladı kimdir, göresin diye böyle oyunları vardır.
445 Ateşe su şeklini vermişler, ateşin içinde de bir kaynaktır coşturmuşlardır.
Bir büyücü büyüsüyle bir topluluk içinde pirinçle dolu sahanı, akreplerle dolu gösterir.
Evi, büyüsü ve nefesiyle akreplerle dolmuş gösterir ama onlar, sahici akrep değildir ki.
Büyücü bunun gibi yüzlerce hüner gösterdikten sonra artık düşün, büyücüyü yaratan, neler yapmaz?
Hasılı Tanrı büyüsü ile zaman, zaman nice kişiler, karı gibi alta yatmışlardır!
450 Büyücüler ona kuldur, köledir. Hepsi de yont kuşu gibi tuzağa düşmüşlerdir.
Kendine gel de dalgalara benzer hilelerin nasıl baş aşağı olduğunu Kuran’ı okuyup anla, sihri halali gör.
Ben Firavun değilim ki Nil’e gideyim. Ben, Halil gibi ateşe giderim.
O ateş değildir, duru bir sudur. Halbuki öbürü hileyle ateş gibi bir su görünmededir.
İyi şeyleri caiz gören o Peygamber, ne de güzel söyledi: Bir zerre aklın oruçtan da yeğdir, namazdan da.
455 Çünkü, aklın cevherdir, bu ikisiyse araz. Bu ikisi, yani namaz ve oruç, onun tam olmasıyla farz olur.
Bu suretle de o aynanın cilalanması, ibadetle gönlün arınması mümkün olur.
Fakat ayna aslından bozuksa onu cilalamak güçtür, zor cilalanır.
Cilalanabilecek seçilmiş aynaysa az bir cila ile parlar, azıcık bir cila ona kafidir.
Mutezile, akıllar esasen birdir, buçukluk azlık, bilgiden, uğraşmadan ve sınamadan meydana gelir derler. Onların
hilafına olarak akılların, yaradılışta birbirine uygun olmaması
Akıllardaki bu aykırılık, bil ki mertebe bakımından yerden göğe kadardır.
460 Akıl vardır güneş gibi. Akıl vardır, zuhre yıldızından da aşağıdır, yıldız akmasından da.
Akıl vardır, bir sarhoş mumu gibi, akıl vardır, bir ateş kıvılcımı gibi.
O güneş gibi aklın önünden bulut kalktı mı Tanrı’nın nurunu gören akıllar faydalanırlar.
Aklı cüzi aklın adını kötüye çıkarmıştır. Dünya muradı insanı muratsız bir hale getirmiştir.
O, bir avdan avcının güzelliğini görmüştür. Bu avcılığa düşmüş, bu yüzden bir avın derdine uğramıştır.
465 O, hizmetle hizmet edilme nazına erişmiştir; bu, kendisine hizmet edilmeyi dilemiş, yüce yolundan geri dönmüştür.
O Firavunlukta suya tutsak olmuş, İsrailoğlu, tutsaklık yüzünden yüzlerce Suhrab kuvvetini elde etmiştir.
Bu aykırı bir oyundur, yaman bir ferzin-benttir. Hileye az başvur, devlet ve baht işidir bu.
Hayal ve hileyi az doku. Çünkü, gani Tanrı hileciye az yol gösterir.
Hile edeceksen iyi hizmet etme yolunda hile et de bir ümmet içinde peygamberlik elde edesin.
470 Hile et de kendi hilenden kurtul. Hile et de bedenden ayrıl tek kal!
Hile et de en aşağı bir kul ol. Aşağılıkla yürü de efendi kesil.
Ey koca kurt, tilkiliğe kalkışma, hile ve hizmetle efendilik etmeyi umma.
Fakat pervane gibi ateşe atıl, o ateşi kesene doldurup ağzını büzme, her şeyden kurtul.
Gücü kuvveti bırak, ağlamaya giriş. A yoksul, ağlayışa acınır.
475 Susuz ve aciz kişini ağlayışı mânevidir, doğrudur. Soğuk,soğuk ağlayışsa, o azgının yalanından ibarettir.
Yusuf’un kardeşlerinin ağlamaları hileden ibarettir. çünkü, içleri hasetle, illetle doludur.
Köpeği açlıktan ölen ve dağarcığı ekmekle dolu olduğu halde köpeğine bir lokma bile vermeyip de ölümüne
ağlıyan, şiirler söyliyen, başına yüzüne vuran Arap
Arab’ın birinin köpeği ölmek üzereydi. Arap yağmur gibi gözyaşı dökmede, başıma ne dertler geldi demedeydi.
Bir dilenci geçiyordu. Dedi ki: Niye ağlıyorsun? Kimin için feryat ve figan ediyorsun?
Arap bir köpeğim vardı dedi, pek iyi huyluydu. İşte şuracıkta yol üstünde ölüyor.
480 Gündüz avcımdı, gece bekçim. Gözü pekti, avı hemen yakalardı. Hırsızı derhal kovardı.
Adam derdi ne yaralandı mı? Diye sordu. Arap, hayır dedi, açlık onu bu hale getirdi.
Adam, bu derde, bu mihnete sabret dedi, Tanrı, sabredenlere karşılık ihsanda bulunur.
Ondan sonra dedi ki: Ey hür kişi, elindeki şu dolu dağarcıkta ne var?
Arap, dün akşamdan artan ekmeğim, azığım. Bedeni kuvvetlendirmek için taşımaktayım dedi.
485 Adam dedi ki: Neden o köpeğe ekmek yemek vermedin? Arap o kadar merhametim yok.
Yolda parasız ekmek ele geçmez. Fakat gözyaşı bedava dedi.
Adam, a havayla dolu kırba, toprak başına! Demek ki sence ekmek, gözyaşından daha iyi ha?
Gözyaşı, kandır, dertle su haline gelir. Topraktan meydana gelen ekmek, beyhude kan dökmeye değmez dedi.
Arap, iblis gibi bütün vücudunu hor hakir bir hale getirmişti. Bu bütünün parçası, anacak aşağılık ve bayağı bir şeydir.
490 Ben varlığını o ihsan ve cömertlik sahibinden başkasına satmayana kul, köle olayım.
O ağlarsa gökyüzü de ağlar. O feryat ederse gökyüzü de Yarabbi demeye başlar.
Ben o himmet sahibi bakıra kul, köle olayım ki kimyadan başka bir şeye eğilmez.
Dua ederken Tanrı’ya sınık bir halde el kaldır. Tanrı’nın merhamet ve ihsanı, sınık kişiye doğru uçar.
Bu daracık kuyudan kurtulmak istiyorsan durmadan ateşe yüz çevir kardeş.
495 Tanrı’nın hilesini gör, kendi hileni bırak. Ey hilesine karşı hilebazların bile utanıp şaşırdıkları Tanrım!
Hilen Tanrı’nın hilesinde yok oldu mu kendine şaşılacak bu pusu elde edersin.
Öyle bir pusu ki onun en aşağı vasfı, ebediliktir. Oradan ebedi bir surette boyuna yücelir ağarsın.
İnsana kendini görüp beğenen kendi gözünden daha tehlikeli hiçbir kötü göz olamaz. Ancak gözü, Tanrı’nın nuru
ile değişmiş ve “Benimle duyar, benimle görür” sırrına ermiş, varlığı, varlıksız bir hale gelmişse o başka
Tavus kuşu gibi kanadına bakma, ayağını gör ki kötü göz, sana bir pusu kurmasın.
Dağ bile kötülerin nazarıyla yerinden oynar. Kuran’da “Yüzlikunneke”yi oku da anla.
500 Dağ gibi Ahmet bile yolda çamur ve yağmur yokken nazara uğradı da ayağı titremeye başladı.
Bu duraklama, sürçme, bu ayak titremesi de ne? Bu işin boş olmasına imkan yok diye hayrette kaldı.
Nihayet ayet geldi de, o hal sana kötü gözden erişti diye hikmetini bildirdi.
Tanrı eğer senden başka biri olsaydı derhal yok olur, o nazara avlanır erir giderdi.
Fakat benim korumam, eteğini çemreyip geldi de kurtuldun, yalnız bu titreyişin, bu sürçmen, bu sırrı sana bildirmek içindi dedi.
505 İbret al da o dağ gibi olan Peygambere bak... Ondan sonra a saman çöpünden aşağı olan adam, hünerini malını arz etme!
”Az kaldı kafirler, gözleriyle seni yere düşüreceklerdi” ayetinin tefsiri
Ey Tanrı peygamberi, o mecliste öyle adamlar vardır ki herkesin kuşlarına bile nazar değdirir, onları bile öldürürler.
Nazarlarından kükreyen aslanın bile kellesi yarılır, inlemeye başlar.
Güçlü deveye nazarı ile ölüm değdirir, sonra arkasından köleyi,
Yürü bu devenin yağından satın al diye yollar. Köle deveyi sakatlanmış görür.
510 Atla beraber koşan o deve sakatlanmış başı kesilmiştir.
Şüphe yok ki hasetle, kötü gözle feleğin dönüşünü, yürüyüşünü bile başka bir tarzda döndürürler.
Su gizlidir, fakat dolap meydanda. Fakat su esasen dönüp yürümededir.
Kötü gözün ilacı iyi gözdür. İyi göz, kötü gözü ayağının altına alır, yok eder.
İlerisi gidiş, rahmetin sıfatıdır, iyi göz de rahmettendir. Halbuki kötü göz, kahır ve lanetten meydana gelmedir.
515 Tanrı’nın rahmeti gazabından üstündür. Bunun içindir ki her peygamber, kendi zıddına üst olmuş onu mat etmiştir.
Çünkü, peygamber rahmetin neticesidir. Zıddı ise kötü yüzlüdür, kahır neticesidir.
Kazın hırsı birdir. Bunun hırsıysa tam elli kat fazladır. Şehvet hırsı yılandır, mevki hırsı ejderha.
Kaz hırsı, boğaz ve cima şehvetinden meydana gelir. Fakat baş olma hırsında bu şehvetlerin tam yirmi tanesi toplanmıştır.
Mevki sahibi, mevkii yüzünden Tanrılıktan dem vurur. Tanrı ile ortak olmayı tamah eder, nasıl af edilebilir?
520 Adem’in işlediği küçücük kusur karın ve cima yüzünden oldu. Fakat iblisin suçu ululuktan ve mevki yüzündendi.
Hasılı Adem çabucak tövbe etti, halbuki o melun, tövbe etmeye tenezzül etmedi.
Boğaz ve cima hırsı da kötüdür. Fakat mevki hırsı olmadıkça yine de sınıklıdır.
Bu mevki hırsının kökünü dalını söylemeye kalkışırsam bir başka cilt lazımdır.
Arap serkeş ata Şeytan dedi, yazıda yayılan ata değil.
525 Şeytanlık lügatta baş çekmedir. Bu sıfat lanete layıktır.
Bir sofranın çevresine yüz tane adam oturur, yer. Fakat baş olmak isteyen iki adam dünyaya sığamaz.
O, dünya yüzünde bunun bulunmasını istemez. Hatta padişah padişahlığıma ortak olur diye babasını bile öldürür.
Duymuşsundur ya saltanat kısırdır derler. Padişahlık davasında olan, korkusundan akrabalığı filan hep keser, hepsinden vazgeçer.
Çünkü, saltanat kısırdır, onun oğlu yoktur. Ateş gibi kimseyle dostluğu olamaz.
530 Kimi bulursa yakar, yırtar. Kimseyi bulamazsa kendi kendisini yer.
Hiç ol da onun dişinden kurtul. O katı yürekliden merhameti az um!
Hiç oldun mu o katı yürekliden korkma. Her sabah mutlak yokluktan ders al.
Ululuk, ululuk ıssı Tanrı’nın elbisesidir. Kim onu giymeye kalkışırsa vebale girer.
Taç onundur, kemer bizim. Vay haddini aşana!
535 Bu tavusluk kanadı, sana bir sınamadır. Buna kapıldın mı Tanrı’ya ortak olmaya, onun gibi noksan sıfatlardan arı olduğunu
davaya kalkışırsın.
Hakimin birinin, gagasıyla güzelim kanatlarını yolup atan ve bedenini kel ve çirkin bir hale koyan tavus kuşunu
görüp hayretle “Kendine acımıyor musun?” demesi, tavus kuşunun “Acıyorum ama bence can, kanattan daha
değerlidir. Bu kanatsa benim can düşmanımdır” diye cevap vermesi
Bir tavus kuşu, ovada kanatlarını yolmaktaydı. Hakimin biri gezmeye çıkmıştı.
Onu görüp dedi ki: Ey tavus böyle güzelim kanatları nasıl oluyor da kökünden yolup atıyorsun? Hiç acımıyor musun?
Bu süsü koparıp balçığa atmana gönlün nasıl razı oluyor?
Hafızlar o tüyleri beğendiklerinden alıp mushafların arasına koyuyorlar.
540 Halk, havalanmak için tüylerinden yelpazeler yapıyorlar.
Bu ne nankörlük bu ne cüret! Bilmiyor musun ki nakkaşın kim?
Yahut da biliyor da nazlanıyor; mahsustan o süsleri yoluyorsun.
Birçok naz vardır ki suç olur; kulu, padişahın gözünden düşürür.
Nazlanmak, şekerden tatlıdır ama az çiğne, yüzlerce tehlikesi vardır.
545 Niyaz yolu emin bir yoldur. Nazı bırak da o yola düş.
Nice nazlananlar vardır ki kol kanat çırpar ama nihayet o hal adama vebal olur.
Nazın güzelliği seni bir an yüceltse bile onun gizli korkusu, seni eritir mahveder.
Bu yalvarışa gelince: Seni zayıflatır. Zayıflatır ama parlak ayın on dördü gibi baş köşeye geçirir.
Ölüden diriyi çekip çıkarınca ölen, doğru yolu bulur.
550 Diriden ölüye çıkarınca da diri nefis, ölüm tarafına yönelir, ölüm tarafına dönüp dolaşır.
Öl ki hiçbir şeye ihtiyacı olmayan diri Tanrı, ölüden diri meydana getirsin. Allah, bu ölü bedenden meydana bir diri getirsin.
Kış olursan baharın gelişini, gece kesilirsen gündüzün oluşunu görürsün.
O kanatları yolma ki bir daha yerine yapışmaz. Ey güzel yüzlü, yasa düşüp yüzünü yırtma.
Kuşluk güneşine benzeyen o güzelim yüzü yırtmak, yanlış bir iştir.
555 Böyle bir yüzü tırnakla yaralamak kafirliktir. Ay bile onun ayrılığı ile ağlamada.
Yoksa yüzünü görmüyor musun? Bırak bu inatçılığı, bırak bu düşünceyi!
Nefsi mutmainne’nin saflığı ve temizliği, düşüncelerle bulanır. Nitekim aynanın yüzüne bir şey yazar, yahut bir
şekil yaparsın, sonra temizlesen de yine bir iz, bir noksan kalır.
Bedende Nefsi Mutmainne’nin yüzünü düşünce tırnakları yaralar.
Kötü düşünceyi zehirli tırnak bil. Bu tırnak, derinleştikçe can yüzünü tırmalar.
Müşkül düğümleri açmak ister; fakat bu, adeta altın bir kaba aptes bozmaya benzer.
560 Ey işin sonuna varan düğümü çözülmüş say. Bu düğüm, boş keseye vurulmuş kuvvetli ve çözülmez bir düğümdür.
Düğümleri açmakla uğraşa uğraşa kocaldın, başka birkaç düğümü de çözülmüş sayıver!
Asıl boğazımızdaki çözülmez düğüm şudur: Sen kendini bil, bakalım, aşağılık bir adam mısın, yoksa bahtı yaver bir adam mı?
Adamsan bu müşkülü çöz. İnsan nefsine sahipsen nefsini bu yolda sarf et.
Ayan ve arazı bildin tut, ne çıkar? Asıl, kendi haddini bil ki bundan kaçıp kurtulmaya imkan yok.
565 Kendi haddini bilince de artık bu hadden kaç da ey toprak eleyen, hadsiz aleme ulaş.
Ömrün mahmul ve mevzu derdiyle geçti. Gözün açılmadı, hayatın, duyduğun şeylerle geçip gitti.
Neticesiz ve tesirsiz olan her delil boş çıktı. Sen kendi neticene bak.
Yapanı ancak yapılan şeylerle görebildin; iktirani kıyas’la kanaat ettin.
Filozof davasında delilleri çoğaltıp durur. Halbuki kalbi temiz Tanrı kulu, onun aksine delillere bakmaz bile.
570 Delil ve hicaptan kaçar, delalet edilenin peşine düşer, başını yakasının içine çeker.
Filozofa göre duman, ateşe delildir ama bizce dumansız olarak o ateşe atılmak daha hoştur.
Hele yakılıktan, sevgiden meydana gelen şu ateş yok mu? O, bize dumandan daha yakındır.
Hasılı cana ariz olan hayallere kapılıp dumana koşmak ve bu yüzden candan olmak, pek kötü bir iştir, pek bahtsızlıktır.
Peygamber Aleyhisselam’ın “Müslümanlıkta papazlık yoktur” hadisi
Kanadını yolma, onun sevgisini gönlünden sök, çıkar. Çünkü, savaşmak için düşmanın bulunması şarttır.
575 Düşman olamadıkça savaş imkanı yoktur. Şehvetin olmazsa ondan kaçınma emrine uyman mümkün değildir.
Meylin olmazsa sabrın manası yok. Düşman yoksa ordu sahibi olmana ne hacet?
Kendine gel de kendini hadım etme, papaz olma. Çünkü, çekinmek ve temiz durmak, şehvetin zıddıdır.
Hava ve heves olmadıkça hava ve hevesten çekinin denmesi mümkün değildir. Ölülere gazilik taslanmaz ya!
“Yoksullara verin onları doyurun “ denmiştir, şu halde kazan. Çünkü elinde eskiden kazandığın bir şey olmadıkça harcayamazsın
ki.
580 Gerçi o mutlak olarak “Yoksulları doyurun” demiştir ama sen “Kazanın da sonra yoksulları doyurun” diye oku’
Yine böyle o padişah “Sabredin” buyurdu. Bir istek olmalı ki ondan yüz çeviresin.
“Yeyin” emri şehvet için bir tuzaktır, ondan sonra gelen “İsraf etmeyin” emriyse temizliktir.
Şehvet olmasa ondan kaçınmaya imkan olabilir mi?
Sabretme ezasına uğramadıkça karşılığında bir hayır ve mükafat elde edemezsin.
585 Ne hoştur o şart ve ne sevinçli şeydir o mükafat. O gönüller açan, canlara canlar katan mükafat!
Aşıkın Tanrı’dan kazandığı sevap da Tanrı’dır
Aşıkların neşesi de odur, gamı da, hizmetlerine karşılık aldıkları ücret de.
Aşık, sevgiliden başkasını seyre dalarsa bu, aşk değildir, aslı yok bir sevdadır.
Aşk, o yalımdır ki parladı mı sevgiliden başka ne varsa hepsini yakar.
La kılıcı, Tanrı’dan başka ne varsa hepsini keser silip süpürür. Bir bak hele, La’dan sonra ne kalır?
590 İllallah kalır, hepsi gider. Neşelen, sevin ey ikiliği yakıp yandıran şiddetli aşk!
Zaten evvelkiler de oydu, sonrakiler de. İkilik ancak şaşı gözün bir görüşüdür, bunu böyle gör.
Ne şaşılacak şey! Hiç onun aksinden başka bir güzel olur mu? Beden, ancak canla hareket edebilir.
Canı olmayan bedeni istersen yağla, balla beslemeye kalk, yine beyhudedir.
Bunu, bir günceğiz olsun dirilip bu canlar canının elindeki kadehi alan, o şarabı içen bilir.
595 Fakat gözü, o yüzleri göremeyene şu duman, can görünür. Abdülaziz oğlu Ömer’i görmediğinden Haccac onca adalet
sahibidir.
O, Musa’nın ejderhasını görmemiştir de büyücülerin iplerinde can var sanır.
Arı duru suyu içmeyen kuş, kara su içinde kanat çırpıp durur.
Zıt olmadıkça zıttı tanınamaz. Yara görülünce onulmaya başlanır.
600 Hasılı Elest ikliminin kadrini bilesin diye dünya, önce gelmiştir.
Fakat buradan kurtulup oraya vardın mı ebed şeker hanesinde şükreder durursun.
Dersin ki: Sanki orada toprak elemişim. Bu tertemiz alemden kaçıp duruyormuşum.
Keşke bundan önce ölseydim de o balçıkta çektiklerim, daha az olsaydı.
Rasul aleyhisselam’ın “Ölümünü ölmeden önce istiyen ölmemiş sayılır. İyiyse iyiliğe ulaşmaya acele eder,
kötüyse kötülüğünün azalmasını diler” hadisinin tefsiri
İşte onun için o her şeyi bilen peygamber, “Kim ölür bedenini terk ederse,
605 Öldüğünden, göçtüğünden dolayı hasrete düşmez. Ancak taksiratından, fırsatı fevt ettiğinden hasrete düşer.
Ölen keşke maksadıma bundan önce erişseydim diye diler.
Kötüyse, önce ölseydi kötülüğü daha az olurdu. İyiyse, iyilik yurduna daha önce gelirdi.
Kötü, haberim yokmuş, ben an be an önümdeki perdeleri arttırıp duruyormuşum.
Bundan önce buraya göçseydim bu perdem, daha az olurdu der” buyurmuştur.
610 Hırsa düşüp kanaat yüzünü az yırt. Ululanıp aşağılanma yüzünü az incit.
Hasisliğinden cömertlik yüzünü, Şeytanlığından secdenin güzelim cemalini az parala.
O cenneti bezeyen kanatları yolma. O yolları kaplayan kanatları koparma.
Tavus kuşu, bu öğüdü duyunca ona baktı. Sonra da zari, zari ağlamaya koyuldu.
O dertlini feryadı figanı orada bulunanları da feryada düşürdü.
615 Neden kanatlarını yoluyorsun diye soran cevapsız kalıp pişman bir halde ağlamalı oldu.
Neden boşboğazlıkta bulundum da sordum? O, zaten dertle doluymuş, ben onu büsbütün coşturdum diyordu.
Gözlerinden akan yaşlar toprağa damlamakta idi. Damlayan katraların her birinde yüzlerce cevap vardı.
Doğru ve özden ağlayış, canlara dokunur, feleği ve arşı bile ağlatır. Akıl ve gönüller, şüphe yok ki arşa mensuptur, hicap içinde
olarak arş nurundan doğarlar.
Akıl ve ruh da Harut ve Marut’un Babil Kuyusunda mahpus oldukları gibi balçık içinde mahpustur.
620 Harut’la Marut gibi. O iki temiz melek de bu alemde korkunç bir kuyuda mahpusturlar.
Aşağılık şehvet alemine düştüler de suçları yüzünden bu kuyuda bağlana kaldılar.
İyilerle kötüler büyüyü ve büyüyü bozan şeyleri bu iki melekten öğrenirler.
Fakat önce kendine gel, büyüyü öğrenme vazgeç bu sevdadan.
Biz bu büyüyü seni belaya uğratmak ve sınamak için öğretiriz diye öğüt verirler.
625 Sınamada şart ihtiyar sahibi olmaktır. Kudret elde olmadıkça da ihtiyar olamaz.
İstekler uyumuş köpeklere benzer. Onlardaki hayır ve şer de gizlidir.
Kudretleri olmadığı için bunlar, yere yatmış odun parçaları gibi yatakalmışlardır.
Fakat aralarına pis bir şey atıldı mı adeta köpeklere hırs surunu üfürür.
O sokakta bir eşek düşüp öldü mü uyuyan yüzlerce köpek uyanır.
630 Gayp gizliliğine gitmiş olan hırslar, yenlerinden yakalarından baş çıkarır, hücuma koyulurlar.
Her köpeğin kılları diş kesilir hile için kuyruk sallamaya başlarlar.
Köpeğin belden aşağısı hile, belden yukarısı öfke olur, odun bulmuş zayıf ateşe döner.
Mekansızlık elinden yalım, yalım gelip çatar, ateşten çıkan alev ta göğe kadar, ağar.
Bunun için yüzlerce köpek de insanın bedeninde uyumuştur. Bir av olmadığı için onlar, adeta gizlenmişlerdir.
635 Yahut da gözleri bağlı doğan kuşlarına benzerler. Perde ardında bir av sevdasıyla yanıp tutuşurlar.
Fakat doğanın külahını kaldırdın da avını gördü mü derhal dağlarda dönüp dolaşmaya başlar.
Hastanın isteği yatışmıştır. Hatırı, yalnız iyileşmektedir.
Ama ekmek, elma ve karpuz görünce onu yemek ister bu istekle zarar korkusu, savaşa girişir.
Sabrederse bunları görüşü, iyiliğine yarar. Çünkü o heyecana düşmek, onun gevşemiş tabiatına iyi gelir.
640 Fakat sabredemezse görmemesi daha iyidir. Okun zırhsız adamdan uzak olması yeğ!
Tavus kuşunun cevap vermesi
Tavus kuşu ağlaması bitince dedi ki: Yürü, sen renge ve kokuya kapılmışsın.
Görmüyorsun ki bu kanatlar yüzünden her yandan başıma yüzlerce bela gelip çatmada.
Nice merhametsiz avcılar, bu kanatlar yüzünden her yanda benim için tuzak kuruyorlar.
Nice okçu kanatlarım için yayını çekmiş bana ok atmada.
645 Gücüm kuvvetim yok, kendimi koruyamıyorum, bu kazadan, bu beladan, bu fitnelerden kurtulmama imkan yok.
Madem ki iş böyle, dağlarda, ovalarda emin olabilmek için çirkin olmam daha iyi.
Ey yiğit, bu kanatlar, benim ululanma silahım kesildi. Ululanmaysa ululananları yüzlerce belaya uğratır.
Hünerler, anlayışlı olmak ve dünya malını elde etmek, tavusun kanatları gibi insanın canına düşmandır
Nice hüner ve sanatlar vardır ki ham kişiyi helak eder. Çünkü o, taneye koşar, bu yüzden de tuzağı görmez.
İhtiyarına sahip olmak, “Sakının” emrine uyan ve kendisine sahip olan adam için iyidir.
650 Kendini koruyamıyor kötülüklerden çekinemiyorsan sakın, o aleti uzaklaştırır, ihtiyarı bırak.
Benim de cilvelendiğim şey ve ihtiyarım, o kanattır. Onu yoluyorum, çünkü başıma kastetmede.
Sabır sahibi, kendi kanadını yok farz eder, bu suretle kanadı da onu kötü düşüncelere sevk etmez.
Şu halde ona de ki: Kanadını yolma, onun bir zararı yoktur. Bu çeşit adama ok gelse önüne kalkanını tutar.
Fakat bana bu güzel kanat düşmandır. Çünkü sabredemiyor, cilveleniyorum.
655 Eğer çekinme ve korunma bana yol gösterseydi ihtiyar yüzünden debdebem, devletim artardı.
Ben çocuğa yahut sarhoşa benziyorum, sınanmalara tahammülüm yok. Benim elime kılıç vermek caiz değildir.
Eğer aklım olsaydı da beni men etseydi kılıç, elimde bir zafer vasıtası olurdu.
Güneş gibi nurlar saçan bir akıl lazım ki doğrudan başka bir suretle kılıç vurmasın.
Parlak aklım ve iyi bir huyum yok, şu halde silahımı neden kuyuya atmayayım?
660 Bu silah, bana düşman olacak. Onun için kılıçla kalkanı kuyuya atıyorum.
Ne kolumda kuvvet var, ne dayanacağım bir yer. Kılıcımı atmazsam düşmanım elimden alır onunla beni yaralar.
Bu kötü huylu nefis, yüzünü örtmemekte. Ben de onun inadına yüzümü yırtmadayım.
Bu suretle şu yücelik, şu güzellik azalsın da tamamı ile bitince de ben vebale az düşeyim.
Yüzümü bu niyetle yırttığımdan suçum yok. Çünkü, bu yüzü yaralarla örtmek gerek.
665 Gönlüm, gizlenme huyuna sahip olsaydı yüzüm, günden güne parlar, güzelleşirdi.
Kuvvetim kudretim yok, iyiliğe de meyledemiyorum. Bunu gördüm, düşmanımı da gördüm, derhal silahımı kırdım.
Bu suretle de onun bana üstün olmamasına, hançerimin kendime vebal olmamasına gayret etmiş oldum.
Damarım oynadıkça kaçıyorum, çünkü adamın kendisinden kaçması kolaydır.
Başkasından kaçan, ondan kurtulunca karar eder.
670 Halbuki benim düşmanım da benim, benden kaçan da ben. Şu halde işim kıyamete kadar boyuna kaçmaktır.
Adama kendi gölgesi düşman olursa ne Hint’te emin olur, ne Huten’de.
Gündüzün güneşte yok olan yıldızlar gibi Tanrı varlığında yok olup kendisinden geçenler, hüner ve sanatlariyle
şerlerinden emin olmuşlardır. Yok olana tehlike olamaz.
Bir adam yokluğa erişir, kendisine yokluğu ziynet edinirse, o adamın, Muhammet gibi gölgesi olmaz.
“Yokluk benim iftiharımdır” sırrına ziynet yokluktur. Bu çeşit adam, mumun alevi gibi gölgesizdir.
Mum, baştan aşağı alevden ibarettir. Gölge onun çevresine uğrayamaz.
675 Mum kendisinden de kaçtı, gölgeden de. Mumu dökenin isteğine uydu,ışığına sığındı.
Mumu döken muma der ki: Seni yok olmak için döktüm. O da, ben yokluğa kaçtım diye cevap verir.
Bu var olan ışık, lazım bir ışıktır, geçici ve arızi ışık gibi değil.
Mum ateşte tamamı ile yok oldu mu artık ondan ne bir eser görürsün ne bir ışık!
Suret ateşi karanlığı gidermek için mum suretinde durur.
680 Beden mumu şu görünen mumun aksinedir; yok oldukça can nuru artar.
Bu ebedi ışıktır, mumsa geçici. Can mumunun alevi, Tanrı’ya aittir.
Ateşten meydana gelen şu ateş, nur olduğundan geçici gölge, ondan uzaklaşmıştır.
Bulutun gölgesi yere düşer. Fakat gölge, ayla düşüp kalkmaz.
A bahtı yaver kişi, kendinden geçmek, bulutsuz bir hale gelmektir. Kendinden geçtin mi değirmi aya benzersin.
685 Fakat rüzgar, bir bulutu sürüp getirdi mi ayır nuru aydan daha eksik bir hale düşer.
Bulut ve toz yüzünden ay, bir hayal gibi görünür. İşte beden bulutu da bizi hayal düşüncesine sürer.
Ayın lutfuna bak ki bu da onun lutfudur, çünkü bize, bulutlar düşmanımızdır demiştir.
Ay, ne buluta aldırış eder, ne toza. O, göğün yücesindedir.
690 Bulut bizim canımıza düşmandır. Bulut bizim gözümüzden ayı gizler.
Bu perde, huriyi Zâl gibi kuvvetlendirir, dolunayı yeni aydan daha noksan bir hale getirir.
Ay bizi yücelik kucağına oturtmuş, düşmanımızı kendi düşmanı saymıştır.
Bulutun letafeti ve parlaklığı da yandandır. Fakat buluta ay diyen hayli yol sapıtmıştır.
Ayın nuru buluta vurdu mu onun kara yüzünü ay gibi parlatır.
695 Gerçi ayla aynı renge boyanmıştır. Bu da bir devlettir ama buluttaki o nur, eğretidir.
Kıyamette güneş de kalmaz, ay da. Göz ışığın aslı ile meşgul olur.
Bu suretle temelli mülkle eğreti mülk seçilir. Şu fani konak, karar yurdundan ayrılır.
Dadı, bir kaç gün içindir. Ey ana sen bizi kucağına al.
Kanadım buluttur. O, perdedir ve önümdekini göstermez. O yalnız Tanrı lütfiyle letafet kazanır.
700 Kanadımı yolayım, onu güzelliğini yolumdan atayım da aynı güzelliğini yine aydan seyredeyim.
AÇIKLAMALAR :1 – 700 Beyitlerin Notları :
Önsöz, S. I-II, Satır 25-1: "Ümmetler, dinlerini firka fırka ettiler. Her fırka, dini anlayışından memnun, kendi inanışından ferahlı"
Sûre 23 (Müminun) âyet 53.
Önsöz, S. II, Satır 7-8: "Cennete gir denir. Bu sözü duyan keşke der, kavmim, rabbim beni ne yüzden yarlıgadı ve ağırlananlara
kattı, bilselerdi."Sûre 36 (Yâ-sîn), âyet 26-27)
Önsöz, S. II, Satır 9-13: "Ama kitabı sol yandan verilirse der ki: Keşke kitabım verilmeseydi, hesabım nedir bilmeseydim, ölüm
beni tamamiyle helak etseydi, ne malım, benden bu azabı giderdi, ne mülküm. Kudretim kalmadı artık." Sûre 66 (Hakka), âyet
25-29.
Önsöz, S. II, Satır 15-16: "De ki; ben de ancak sizin gibi kulum. Yalnız bana vahyedildi, Tanrınız, tek Tanrı. Rabbine ulaşmayı
dileyen iyi amel işlesin ve rabbinin ibadetine hiçbir kimseyi ortak etmesin!" Sûre 18 (Kehf),. âyet 110.
***
S. 5, B. 30 dan sonra yürüyüp giden bahis: "An o vakti ki İbrahim, Rabbim dedi, ölüyü nasıl diriltirsin? Tanrı, inanmıyor musun?
dedi. İbrahim, inanıyorum, fakat kalbim tam kuvvetlensin deyince Tanrı dedi ki: Dört kuş al, onları kes, önüne koy, karmakarışık
bir hale sok. Onların her cüzünü bir dağ başına bırak, sonra onları çağır, koşa koşa sana gelirler. Bilki Tanrı, pek yücedir ve her
şeyi dilediği gibi hükmeder" Sûre 2 (Bakara), âyet 260
S. 7, B. 59: "Acele Şeytandandır, yavaşlık Rahmandan" diye bir hadis rivayet edilmiştir.
S. 7, B. 60-61: "Şeytan, sizi yoksulluğa çağırır ve kötülüğe emreder, Tanrı, yarlıganıasına ve ihsana çağırır. Tanrı, ihsan edenleri
genişletir, o her şeyi bilir." Süre 2 (Bakara), âyet 268.
S. 7, B. 63 ten sonraki bahis; "Kâfir, yedi bağırsakla yemek yer. inanan bir bağırsakla" diye bir hadîs olduğunu ve bu hadisi,
Ebuhüreyre'nin rivayet ettiğini Ankaravi, şerhinde bildirmektedir (S. 2).
S. 11, B. 108: "Biz, seni ancak âlemlere rahmet olmak üzere gönderdik. Sûre 21 (Enbiya), âyet 107.
S. 11, B. 112: Kur'an'ın 15 inci sûresinde (Hicr) Lût kavminin kötülükleri anlatılırken "Ömrüne andolsun, onlar sarhoşluklarına
dalmışlardı" denmektedir (âyet 72).
S. 13, B. 137: "Bilseler kazandıkları Şey yüzünden az gülerler, çok ağlarlar." Sûre 9 (Tevbe), âyet 82.
S. 14, B. 146: "Namaz kılın, zekât verin ve Tanrı'ya iyi bir surette borç verin..." Sûre 27 (Müzemmil), âyet 20 den.
S. 14, B. 146: "Salih kullarıma hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı ve hiçbir insanın aklına gelmediği mükâfatlar
hazırladım" mealinde bir kutsi hadîs, yani Kur'andan olmıyan, fakat Peygamberin gönlüne doğan Tanrı buyruğu vardır.
S. 14, B. 149: "Ey Peygamberin kadınları, evlerinizde oturun, müslümanlıktan önceki bilgisizlik zamanında olduğu gibi
ziynetlerinizi göstermeyin, namaz kılın, zekât verin, Tanrı'ya ve peygamberine itaatta bulunun. Söz bu--dur ancak: Tanrı, ey ev
halkı, sizin günahlarınızı gidermek ve sizi tam bir temizlikle tertemiz etmek diler." Sûre 33 (Ahzab), âyet 33. Bu âyeti baştaki söze
ve bundan önceki âyete bakılırsa Peygamberin kadınları hakkındadır ve bunu böyle tefsir edenler çoktur. Fakat 42 inci sûrenin
(Şûra) 23 UncU âyetine "Tanrı'nın iman. eden ve iyi iş işliyen kullarına verdiği müjde budur: Onlara de ki yaptığım işe karşılık
sizden ücret istemem,, ancak bana yakın olanları sevin..." âyeti indikten sonra sahabe, Pey gam be r'e sana yakın olan kimlerdir?
diye sormuşlar, o da bunların, kendisi dahil olmak üzere Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin olduğunu söylemiş ve bu dört kişiyi
abasının altına alıp "Allahım, bunlar benim ev halkımdır (Ehli beytimdir), bunlardan her türlü kötülüğü, günahı gider ve onları
tam bir temizlikle tertemiz, et" diye dua etmiş, bu aba altına alış bir iki kere olmuş, bir keresinde amcası Abbas bulunduğu halde
onu abasının altına almamış, bir defasında da kadını Ümmi Seleme, Ya ben ey Tanrı Peygamberi? demiş, Peygamber,. "Sen de
hayra karşısın" diye cevap vermiştir. Bu bakımdan âyetin ikinci kısmı olan ve "Söz budur ancak" la başlıyan kısım, Ehli beyt, yani
ev halkı sayılan ve kendisi de dahil olduğu halde beş kişiden ibaret olan Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyn hakkındadır. Bunlar, aba
altına alındıklarından bunlara "Âli aba" da denir. On-iki imam tanıyan ve bu bakımdan İmamiyye ve İsnâ aşeriyye denen ve aynı
zamanda ekseri hususta Hüseyn'in oğlunun oğlunun oğlu olan Ca'fer al-Sâdık'a uyduklarından Ca'feriyye diye de anılan Şîa
tayfası, Kur'anın 52 inci sûresinin (Tur) 21 inci âyetinde "îman edenlere oğulları da imanda uydu mu soylarını katar,
yaptıklarından hiçbir şey eksiltmeyiz. Herkes kazancına bağlıdır" dendiğini senet tutarak Hüseyn'in soyundan gelen dokuz imamı"
da bu âyetin hükmüne sokar ve Tanrı'nın dileği, mutlaka yerine geldiğine nazaran on iki imamla Muhammed ve Fatıma'yı masum
sayarak bunlara "On dört masum" derler.
S. 19, B. 212: Hammalların, yükleri başlarında taşıdıkları anlaşılmaktadır. Hâlâ Arabistan'da hammallar, yükü omuzlarının üstüne,
sırtlarına atıp bağladıkları ipi başlarına takar ve yükü başlariyle taşırlar.
S. 19, B. 215-216: Kaplıcalara işaret olduğu anlaşılıyor.
S. 20, B. 224-225: Peygamber, müezzini Bilâl'e ezan vermesini teklif ederken "Bizi ferahlandır ya Bilâl" derdi. Sofilerce
Peygamber, bu âlemden sıkılınca böyle der, mânevi âlemde neşelenip bu âlemden alâkasını keseceği osıralarda da Ayşe'ye "Ey
beyaz ve güzel kadıncağız, benimle konuş" diyerek tekrar bu âleme bu suretle gelmiş olurdu. Bu bahis, bundan önceki ciltlerde
birçok defa geçmiştir. Bilâl için bakınız: C. 3, S. 341, B. 3562 nin izahı.
S. 20, B. 227: Teyemmüm, müslümanlıkta su bulunmadığı veyahut bulunsa bile bedene zarar vereceği takdirde teyemmüm, kuru
toprakla yapılan bir temizliktir. Su 'bulamıyan, yahut su olduğu halde yıkanması veya aptes alması kendisine zarar verecek olan
müslüman, parmağında yüzük filân varsa çıkarıp parmaklarını açarak avuçlarını toprağa vurur, sonra ellerini birbirine vurup
silkerek yüzünü sıvazlar. İkinci vuruşla da kollarını sıvazlar ve temiz sayılır. Fakat su bulununca, yahut yı-kanma ve aptes alma
için mâni olan şey geçince teyemmüm'ün de hükmü kalmaz.
S. 21, B. 236 dan itibaren; Peygamber, bir gün namaz 'kılan birisini sakalıyla oynar görünce "Tanrı'ya karşı kalbi sağlam ve ondan
tam korkar olsaydı azası da korkar ve hiç oynamadan namaz kılardı" demiştir.
S. 22, B. 256: "Şüphe yok, çalışmanız dağınıktır, birbirine aykırıdır." Sûre 92 (Secde), âyet 4.
S. 23, B. 260: "Onlardan yüz çevir. Bekle, onlar da beklemektedirler." Sûre 32 (Secde), âyet 30.
S. 23, B. 272: Tanrı, Şeytan'a "Onlardan kime gücün yeterse ayaklarını titret, sesinle onları doğru yoldan saptır. Onlara atlı ve
yaya kuvvetlerini şevket, onlarla mal ve evlâtta ortak ol, onlara vaitte bulun. Şeytan, onlara gururdan başka bir şey vâdetmez ki"
diyor. Sûre 17 (Esra) âyet 64.
S. 24, B. 275: Âzer, İsa Peygamberin dirilttiği adamın adıdır.
S. 25, B. 287 den sonraki başlık: Peygamber, "Sizden hiçbiriniz yoktur ki ona cin tayfasından biriyle bir melek" arkadaş ve memur
olmasın" demiş, sahabe "Sana da böyle mi ey Tanrı elçisi?" diye sorunca "Evet, bana da" öyle. Yalnız Tanrı bana yardım etti de
şeytanım müslüman oldu, bana hayırdan başka bir şey buyurmaz" diye cevap vermiştir.
S. 25-26, B. 293-297: Bu beyitler arapçadır.
S. 27, B. 311: Şark edebiyatında güzellik uzuvlarını Arap alfabesindeki harflere benzetme yoliyle teşbih ve istiareler
yapılagelmiştir. Çok defa saç "cim" harfine,, boy "elif" harfine, aşk derdinden iki büklüm olmuş âşık, "dal" harfine, kaş ve göz, "ra
ve ayın" harflerine benzetilir. Alevî ve Şii şairler, başlarla gözler ve burunun çifte "Ali" olduğunu şiirlerinde söylemişlerdir.
Tekkelerde bu çeşit levhalar pek çoktu. Hurufiler de "kaşlarla gözlerin ve burunun çifte "Fazl" olduğunu söylemişler ve bu çeşit
levhalar yazmışlardır. Bu beyitte de Mevlâna kaşı "nun", gözü "sad", kulağı da "cim" harflerine benzetmiştir.
S. 27, B. 31 dan sonraki başlık ve bahis: Levhi mahfuz için bakınız: c. l, s. 104, b. 1064.
S. 30, B. 345 den sonraki başlık: "Hasretlik kullara. Hiçbir peygamber gelmedi onlara ki onunla alay etmesinler!" Sûre 36 (Yasin),
âyet 30.
S. 30, B. 348-349: Bu iki beyit arapçadır.
S. 30, B. 345 den sonraki bahis: Ferec, genişlemek, ferahlamak, genişlik, rahata çıkış mânalarına gelir. Hikâyede anlatılan sofi
de, sofilerce "kabz" denilen ruh! bir sıkıntıya uğramış, bu tesirle önü dikişli veyahut yekpare olan kaftanını yakasından tutup ta
eteğine kadar yırtmış, bu suretle fcrec, genişliğe uğramış, bundan sonra önü tamamiyle açık ve bol yenli cübbelere "fereci", adı
verilmiştir. Eskiden kadınlar da böyle bir cübbe giyerlerdi. Halk dilinde bu kadın cübbesi, fereciden bozma ferace adını almıştı.
S. 31, B. 261: "Şüphe yok güçlükle beraber bir kolaylık var."Sûre 94, (İnşirah), âyet 5-6.
S. 32, B. 37S. "Şüphe yok ki o, kadri büyük Kur'andır, Gizli bir kitapta, Levhi mahfuz'dadır. Ona temiz olanlardan başkası
dokunamaz." Sûre 56, (Vakıa), âyet 77-79. Peygamberin de "Tanrı, tertemizdir, temizliği sever ve temiz olan kişinin ibadetini
kabul eder" dediği rivayet edilmiştir.
S. 36, B. 419 dan sonraki başlık: O Tanrı, bir Tanrı'-S. 38, B. 451: Hilelerle hileler yaptılar ama onların hilelerinin cezası, Tanrı
yanındadır, hattâ hileleri dağları yerinden oynatsa bile." Sûre 14 (İbrahim), âyet 46.
S. 38, B. 454: Ahu Said al-Hudri, Peygamberin "Her şeyin bir alâmeti var. Müminin alâmeti de aklıdır, aklı ne kadarsa ibadeti, o
derecede ve o kadardır'" dediğini rivayet etmiştir. Ayrıca bir gün Ayşe "İnsanlar, dünyada ne ile birbirlerine üstün olurlar?" diye
sormuş. Peygamber de "Akılla" demiş. Ayşe "Ya ahrette?" diye sorunca yine "Akılla" diye cevap vermiş. Ayşe "Amelleriyle
mükâfatlanmazlar mı?" deyince Peygamber "Ya Ayşe, Tanrı onlara ne kadar akıl verdiyse o kadar ibadette bulunurlar. Amelleri,
akılları ne kadarsa o kadardır ve tabii de amelleri ne kadarsa o kadar da mükâfata nail olurlar" odiye cevap vermiştir. Yine
Peygamberin "İnsan huyunun güzelliğiyle geceleri ibadette bulunup uyumıyan, gündüzleri de oruç tutan kişinin derecesine ulaşır,
insanın huyunun güzelliği de aklının derecesindedir. Aklı tam oldu mu imanı da tam olur ve rabbine itaat eder" dediği rivayet
edilmiştir.
S. 39, B. 458 den sonraki bahis: Mutezile, insanların akılları, yaradılışta birdir; sonradan tahsil, terbiye ve tecrübeler artar derler.
Mutezile ve itizal için c. 2, s. 6, b. 61 in izahına bakınız.
S. 40, B. 466: Sührab, İran destanındaki meşhur İran kahramanı Rüstem'in oğludur.
S. 41, B. 492: "Ben kırık gönüllerdeyim" diye bir hadîsi kutsi vardır. Bunu "Ben kırık gönüller ve yıkık mezarlardayım" diye de
rivayet edenler vardır.
S.-42, B. 497 den sonraki bahis: Bu hadisi kutsi, l nci ciltte geçmiştir. S. 190, B. 1038 in izahına bakınız.
S. 42, B. 498: Tavus kuşu, malûm olduğu üzere çok güzel bir kuştur. Yalnız ayakları, bu güzellikle tamamiyle bir tezat teşkil eder.
Gururlandı, salına salına yürümeye başladı mı gözü ayaklarına düşer, onların çirkinliğini görünce "ah" diye bağırırmış. Hakikaten
bu güzel kuşun ayakları gibi sesi de çirkindir.
S. 42, B. 499: Az kaldı ki Kur'anı duyduktan zaman gözleriyle seni düşüreceklerdi, şüphe yok bu, delidir derler. Fakat Kur'an,
ancak âlemlere bir öğüttür Sûre 68 (Kalem), âyet
51-52. Beni Esed kabilesinde nazar değdirmekle meşhur birisi varmış. Bir gün, Peygambere raslayınca bakmış, Peygamberin
ayakları titremeye başlamış. Bu âyet de bu münasebetle inmiş. Bu iki âyeti nazar için okuyup üfledikleri gibi levha yaparak bir
yere de asarlar, B. 505 en sonraki bahiste de aynı şey anlatılmaktadır.
S. 43, B. 514: "Rahmetim gazabımdan üstündür" diye bir hadisi kutsi vardır.
S. 45, B. 528: "Saltanat kısırdır . " Al mülkü akıym " diye bir söz söylenegelmiştir.
S. 46, B. 539: Bizim çocukluğumuzda dahi bu âdet vardı. Tavus kuşunun tüyünü mushaf arasına korduk. Hattâ bozulmasın diye
de ekmek çiğneyip tüyün alt kısmını sarardık. İhtimal önceleri, tavus kuşu tüyünü, okudukları yer belli olmak üzere Kur'an'a
koymak âdet olmuş, yahut da bunu sonradan kalınca kâğıttan yapılan mtklap olmak üzere kullanmışlar, yani kâğıdın yaldızları tez
tipli yerleri ve yazılan bozulmamak için yapraklan bununla açmışlar, sonraları da sebebi unutularak bir âdet olup kalmıştır.
S. 46, B. 551: "Şüphe yok Tanrı, yere ekilen taneler" tohumları çatlatır bitirir ölüden diri çıkarır diriden ölü. işte Tanrınız budur,
nereye dönüyor gidiyorsunuz?" Sûre 6 (En'âm) âyet 95.
S. 47, B. 556 dan sonraki baslık ve bahis: Sofiler yedi nefis, daha doğrusu, nefis için yedi tavır, yedi mertebe kabul ederler ve
bunlara "Etvarı seb'a - yedi tavır" derler. Nefsin ilk derecesi "nefsi emmare" dir. Nefis, yani insanın maneviyatı bu derecede daima
kötülüğe meyleder, insana fenalık yapmasını emreder, insan, kendini ıslah etmeye başlarsa mâneviyyeti, bu dereceden yükselir.
O vakit nefis, "nefsi levvame" adını alır. İnsan, bu durakta da fenalık yapar amma yaptığı kötülüğe pişman olur. Kötülükten sonra
kendi kendisini kınar. Derken insana artık iyilikler ilham edilmeye başlar, insanı âdeta içinden iyiliklere sevk ederler. Bu durakta
nefsin adı "nefsi mülhime" dir. İnsan bu dereceyi de aşarsa "nefsi mutmainne' makamına varır ki bu makamda artık inancı tam
olur, hiçbir şüphesi kalmaz, Tanrı'ya tam inanır. Bundan ileri makamda insan, Tanrı'dan razı olur, her şeye boyun eğer ve "nefsi
raziyye" makamına varır. Derken artık Tanrı, insandan razı olur. Bu makama da "nefsi marziyye' denir. Bu altı makamdan sonra
insan, âdeta Tanrılaşır. Kendisinde hiçbir varlık kalmaz. Bu son makama da "nefsi sâfiyye" yahut "nefsi zekiyye" adı verilir. Salik,
yani hakikat yolcusu, bu yedi tavırla teslik eden, götüren tarikatlarda her makamda Tanrı'nın bir adı zikredilir ki "Esmai seb'a -
yedi ad" denen bu isimler sırasiyle şunlardır: Lâilâhe illallah, Allah, Hû. Hak, Hay, Kayyum, Kahhâr. Mevlevilerde bu yedi tavır,
esaslı bir surette yoktur. Zaten Şuttar yolu olup ibadet ve zühütten ziyade aşk, cezbe ve bunlar için de sohbeti esas tutan ve
âdeta bir melâmet yolu olan mevlevilikte ilk zamanlarda da, olgunluk ve kemal zamanında da yalnız tek bir ad anılır: Allah. Hattâ
bunun sebebi, Mevlâna'nın babası Sultan al-ulemâ Muhammed Bahaeddin Veled'e solunca "Allah, kuluna kâfi değil mi?"
mânasındaki âyeti okumak suretiyle cevap vermiştir.
S. 47, B. 558: "Sakın din işlerinde derine varmayın, pek ince ve derin düşünmeyin. Tanrı, dini kolaylaştırmıştır. Kolayınıza geleni,
kudretinizin yettiği şeyi yapıverin" mealinde bir hadis rivayet edilmiştir.
S. 47-48, B. 564-566: Had, bir şeyin mahiyetine delâlet "den şeydir. A'yan, zatiyle kaim olana, yani cevhere denir. Bir kıyasta
mevzu, müptedadır; mahmul haberdir.
S. 48, B. 568: Bir kıyasta neticenin aynı, yahut o neticenin zıddı anılmazsa o kıyasa İktiranı kıyas derler. Âlem değişir, her değişen
şey, sonradan meydana gelmedir. Şu halde âlem de sonradan meydana gelmedir gibi.
S. 49, B. 579-580: "Ey inananlar, kazandığınız temiz şeylerle sizin için yerden çıkardığımız şeylerden yoksulları da doyurun. Kötü
ve pis şeylerle yoksulları doyurmaya kalkışmayın. Gözünüzü yummadığınız takdirde size pis ve kötü şeyler verilse almazsınız ya.
Bilin ki Tanrı, Şüphe yok ganidir ve öğülmüş Tanrı'dır," Sûre 2 (Bakara), âyet 267. "Tanrı rızası için sabredip namaz kılanlar, onlara
verdiğimiz rızıklardan gizli, açık yoksulları görüp gözeten, bakıp doyuranlar, kötülüğü iyilikle giderenler yok mu? Ahiret yurdu işte
onların! Sûre 13 (Ra'd), âyet 22. 35 inci sûrenin (Fâtır) 29 uncu âyetinde de yine Tanrı kitabını okuyanlar, namaz kılanlarla
Tanrı'nın verdiğini gizli ve açık olarak yoksulları doyurmaya sarfedenlerin sonsuz bir kazanç elde edecekleri bildirilmektedir.
Kur'an'da, birçok yerlerde "Tanr" yolunda" kaydiyle birçok yerlerde de yukarıdaki âyetlerde olduğu gibi mutlak olarak yoksulları
görüp gözetmek ve onlara bakmak, onları doyurmak emredilmckte, bu işte bulunanlar, öğülmektedir ki bu ibadet, muayyen
malın muayyen şartlarla muayyen bir zaman sonra muayyen bir kısmını ayırıp yoksullara vermekten ibaret bedeni bir ibadet olan
zekâtla her ramazan ayının sonunda oayram ayı görününce buğday, arpa, kuru üzüm ve hurmadan bir miktarını, yahut bunun
tutarını yoksula vermekten ibaret olan fitreden ve yine savaşta alınan ganimetlerin, yahut Şia'ya göre her çeşit kazancın beşte
birini soyu, Peygamberin atası Abdülmuttalib'e çıkan seyyitlere vermekten ibaret olan humüs'ten, hâsılı farz olan bedeni
ibadetlerden ayrı ve Tanrı'ya yaklaşma için yapılan sünnet ve müstahap bir ibadettir.
S. 49, B. 581: "Ey inananlar, sabredin sabırlı olun, bağlanın ve Tanrı'dan çekinin de kurtulmuş olursunuz belki." Sûre 3 (Âli
İmran), âyet 200.
S. 49, B. 582: "Yeyin, için, israfta bulunmayın. Çünkü o müsrifleri sevmez." Sûre 7 (Enfâl), âyet 31 dedir.
S. 49-50, B. 589-590: Müslümanlıkta iman formülü olan "La ilahe illallah Muhammedün Rasûlullâh" sözünün ilk cüz'üne, yani "La
ilahe illallah - Tanrı'dan başka yoktur tapacak" sözüne işaret edilmektedir. Bu sözde "La" yani yoktur kelimesi, nefiydir "illâ" yani
ancak kelimesi ispattır.
S. 50, B. 596: Emevi'lerden olduğu halde adaletiyle meşhur olan Ömer-ibn-i Abdülâziz'le Emeviler'in meşhur ve zâlim valisi
Haccac.
S. 50, B. 603ten sonraki başlık: Böyle bir hadis rivayet edilmiştir.
S. 52, B. 619 dan sonraki başlık ve bahis: Marut ve Harut için c. l, s. 52, b. 935 in izahına bakınız.
S. 56, B. 673: "Yoksulluk benim öğündüğüm şeydir. Öbür peygamberlere onunla öğünürüm" diye bir hadis rivayet edilmiştir.
Sofilerce burada yokluk, yoksulluk, maddî değil, mânevidir.